Herhangi bir siyasi iktidara muhalif olmak, kişinin esaslı bir politik bilincinin olduğunu göstermez. Kutuplaşmanın, kimlik siyasetinin egemen olduğu mevcut düzlemde, tutarlı bir politik bilince sahip olmayan kişinin tuttuğu yol ne olursa olsun, topluma verebileceği şeyler oldukça sınırlıdır.

Topluma yön vermek isteyen bir kişi, öncelikle kendi aydınlanmasını yaşamalıdır. Bunun içinde sistematik bir çalışma içine girmelidir. Benimsemiş olduğu yolun, tarihsel olarak arka planını, kuramsal olarak durduğu yeri iyice öğrenmeli, bol bol okuma yapmalıdır.

Evet, kitap okumak bir kültür meselesidir. Maalesef halkımız da kitap okumayı sevmemektedir. Eldeki verilere göre bir Japon yılda ortalama 10 kitap okurken, bir Türk on yılda bir kitap okumaktadır. Benzer veriler gazete tirajları içinde geçerlidir. Japonya’da en çok okunan gazetenin tirajı 40 milyon civarındayken, Türkiye de ise bu rakam 300 bin civarındadır. Türkiye’de düzenlenen kitap fuarlarına olan ilginin yoğunluğu ortadayken, böyle bir rakamın varlığı oldukça çelişkili bir durumdur.

Ülkemizde kitap okuma alışkanlığı, eğitim durumuna paralel bir olgudur. Nitelikli kitap okuma alışkanlığına sahip kesimler, genelde üniversite mezunu olan kişilerden oluşmaktadır. Tabi bu noktada okunan kitapların niteliği de devreye girmektedir. Hiçbir edebi yönü olmayan vamp romanlarını, bu alışkanlığın dışında tutmakta yarar var. İşin trajik bir diğer yanı da, hayatı boyunca doğru dürüst bir kitap okumamış kişilerin, akademisyen olmasına imkan tanıyan yüksek öğretim sistemi. Özellikle sosyal bilimler açısından geçerli olan bu durum ülkeyi; entelektüel olmayan, analitik düşünme yeteneğinden yoksun akademisyenler çöplüğüne dönüştürüyor.

Ekim Devrimi’ne giren süreci bütün canlılığıyla yansıttığı “Dünyayı Sarsan On Gün” adlı kitabında Amerikalı yazar John Reed; Batı Cephesi’nde zor koşullar altında savaşan, açlıkla boğuşan, ayağına giyecek bir ayakkabı dahi bulamayan askerlerin, Petrograd’dan gelen yetkililerden, yiyecek giyecek bir şey değil, okunacak bir kitap, yazı ve broşür istediklerini anlatıyor. Ekim Devrimi, böylesi bir insan profilinin ürünüdür.

Ülkemizdeki bir diğer çelişki de, politik olarak kendisini aydınlanma geleneğimiz üzerinden tanımlayan kişilerin, okuma alışkanlığına sahip olmamasıdır. Bu durumun hiçbir bahanesi olamaz. Lafa geldi mi Köy Enstitülerinden, Cumhuriyet devriminin temel kazanımlarından dem vuran birisinin, kuramsal kitapları geçtim, dünya klasiklerinden bihaber olması oldukça düşündürücüdür. Köy Enstitülerinin mimarlarından biri olan, aydınlanma hareketimizin öncülerinden dönemin Milli Eğitim Bakan Hasan Ali Yücel tarafından, birçok dünya klasiği Türkçeye çevrilmiş, bu kitaplar Türk halkıyla buluşturulmuştur.

Dönüp etrafınıza bir bakın; Hasan Ali Yücel’in ruhunu şad edenlerin acaba kaçı Çehov’u, Dostoyevski’yi, Turgenyev’i, Charles Dickens’ı, Maksim Gorki’yi, Goethe’yi, Balzac’ı, Mihail Şolohov’u, Lev Tolstoy’u, Puşkin’i, Shakespeare’i, Victor Hugo’yu okumuştur?

Nazım Hikmet’i dilinden düşürmeyen kaç kişinin evinde bir şiir kitabı yer almaktadır?

Örnekleri çoğaltabiliriz…

Kayıtlara göre 57 yıllık yaşamında 3997 kitap okuduğu bilinen Mustafa Kemal gerçekliği ortadayken, sözde ona sahip çıkan insanların kitaplardan bu kadar uzak olması, şu an yaşadığımız karşı devrim sürecinin hem bir nedeni, hem de bir sonucudur.

Bahane mi arıyorsunuz? Kitap okumak için yeterli vaktiniz mi yok?

Hatırlatalım; Mustafa Kemal, 57 yıllık yaşamını saraylarda değil, savaş meydanlarında, harplerde geçirdi. Yeni bir ülke kurdu. Cephelerde verdiği savaşı, siyaset alanına taşıdı. En yakın arkadaşları bile onu yarı yolda bırakırken, inandığı devrimi gerçekleştirdi. Tüm bunları yaparken Mustafa Kemal’in kitap okumamak için bir bahanesi yoktu. Bir zahmet sizin de olmasın…

İBRAHİM UTKU NAR