Ethem Ruhi Üngör (1922-2009) Etnomüzikolog ve orgonolog. İstanbul Belediye Konservatuarı mezunu olup müzik yaşamı başarılarla doludur. Aynı zamanda dünyanın en uzun süreli müzik
yayını olan Musiki Dergisi’nin sahibidir ve ayrıca çalgı koleksiyonu ile de tanınmış bir
sanat insanıdır.
Ethem Ruhi Üngör’ün koleksiyonu 500 adet çalgıdan oluşmaktadır. Namık Kemal Zeybek ve İstemihan Talay’ın Kültür Bakanı olduğu yıllarda Çalgı Müzesi kurulması amacıyla koleksiyonunu Bakanlığa satmak istese de gerçekleşememiştir.
1969 yılından başlayarak 1973’e kadar karış karış Anadolu’yu gezen Üngör 20. 769 km. yol kat
etmiştir. Ethem Bey’e göre bir müzik aletinin koleksiyona dâhil olabilmesi için 5+2 vasfının
olması lâzımdır. Bir kere çalgının önemli bir ustanın elinden çıkması lazım… Diğer dört özellik
ise aletin tanınmış bir müzisyene ait olması, elli yılı aşkın bir maziye sahip olması, tercih sebebi
sayılacak bir ses kalitesinin olması ve çalgının üzerinde, fildişi ve kemik gibi süslemelerin
bulunması. Artı iki özellik ise zurna ve kaval gibi bazı çalgıların serilik vasfının olması…
Karyola demirinden ney yapmak…
Ethem Ruhi Üngör’ün özel koleksiyonunda Tanburi Cemil bey’in tanburu yanında yapımı
Neyzen Tevfik’e ait ilginç bir çalgı da vardır.
Neyzen Tevfik’in alkole olan aşırı yakınlığı sebebiyle zaman zaman Bakırköy Akıl ve Ruh
Sağlığı Hastanesi’nde (Eskilerin ifadesiyle Emraz-ı Akliye Hastanesi) misafir edildiği bilinir.
Hatta ona ait bir özel oda da her zaman hazır tutulmaktadır. Hastalar Neyzen’i rahatsız etmekte
ve bazen de neylerini kırmaktadırlar. O da karyola demirinden ney boyutlarında bir parça alıp
delikler açarak kendisine kırılmaz bir çalgı yapar. İşte bu özgün çalgı da söz konusu koleksiyon
arasındadır.
Türk Musikisi Müzesi vaktini bekliyor anladığınız gibi…
“O lüks sınıftır!”
Türk Musikisi repertuarında yer alan onlarca güftenin sahibi Selim Aru (1910-1986), Avni Anıl’a
yazdığı bir mektupta besteci Selahattin Pınar ile olan bir anısını anlatır. Selahattin Pınar onun
Türk musikisine yakın sokuluşunun başlangıcıdır. Selim Aru buna “ilk öpücük” demektedir.
Şöyle devam eder mektubuna, “Selahattin dedin de aklıma geldi yine. Kimisi ona mağrur derdi.
Hâlbuki O, mağrur değil, müşkülpesent, zor beğenir bir artist idi. Hiç unutmam, bir gün
Florya’da plajda oturuyorduk, saz arkadaşları da vardı. Yine musiki konuşuyorduk elbet.
Selahattin dinliyor ve sol elinin yüzük parmağını ovuşturuyordu. Suda ve soğukta hep acırdı.
Belvü Gazinosu’ndan kalma bir kaza… Şişe kırılmış ve sol elinin yüzük parmağını ilk iki
boğumdan kesmişti. O parmak sakat kalmıştı ve hep söylerdi… Tanburun yüzde altmışını
kaybettim, teli eskisi kadar duymuyorum, diye.
Evet, bizim o sohbetimiz arasında Aleko Bacanos’un aklına nereden esti bilmem, Selahattin’in
bestekârlığına dokunan bir soru sordu. Bizimki hışımla yerinden fırladı ve üstünün kumlarını
silkerek, “Bana bak, ben birinci sınıf bestekârım!” diye gürledi ve arkasını dönüp gitti. Giderken
arkasından Nubar Tekyay gülerek seslendi. “Sen birinci sınıfsan, Sadettin Kaynak kaçıncı
oluyor?”
Koşan adam durdu, döndü ve “O lüks sınıftır!” diye gürledi. Bunun neresinde gurur var?