Kabul edilmelidir ki bu haliyle toplum sistematik bir işkence altında yaşamaktadır.
Bu yapı ve işleyiş, kent sakinlerinin büyük bir çoğunluğunun hemen her anında, irili ufaklı iktidarlarca onların yaşam biçimlerine müdahale edilmesine de neden olmaktadır. Muhtaçlıkları, geleceksizlikleri, daraltılmışlıkları içinde hemen herkes kaygılı, mutsuz ve güvensiz koşullarda yaşamlarını sürdürmeye zorlanmaktadır.
Bütün kadınların her an sözlü veya fiili bir saldırı altında, erkek egemen çevresinin şiddet ve ölüm tehdidini göze alarak yaşıyor olmaları;
Bütün çocukların, gençlerin korku ve biat ortamlarına mahkum edilmeleri, ucuz işgücü ürünleri olarak yetiştirilmeleri;
Bütün çalışanların, emeklilerin, iş arayanların yaşamlarına ilişkin kayda değer söz hakkına sahip olamamaları, buyurganlık ve sürekli yasak ve cezalandırılma tehdidi altında yaşarlarken iktidar çevrelerinin her türlü keyfiyetinin cezasızlıkla ödüllendirilmeleri de ortaya koymaktadır ki; toplumsal olarak düşüncelerimizi açıklama ve örgütlenme özgürlüklerinden mahrum ve siyasi iradeye güdümlü bir hayata bağımlı kılınmak isteniyoruz.
Seller, orman yangınları, kuruyan göller, iklim krizi karşısındaki öngörüsüzlükler de göstermektedir ki bilimsel yaklaşımlar, planlama anlayışları iktidar için uyulması gereken kılavuzlar değildir. Savaş tacirliği, göçmen, mülteci pazarlıkları ve emperyalizmin beklentileri arasında gidip gelmeler, ekonomik ve siyasi tercilerde toplumun ihtiyaçlarına aldırış edilmedi son derece açıktır.
Bu koşullar, emeği ile geçinenlerin, dar ve sabit gelirlilerin değil, ama şirketlerin, iktidar çevrelerinin işine gelen bir hayat halini almıştır.
Bütün ortak alanlarımıza ve değerlerimize yönelik işgal ve dışlanmışlık halleri hak mücadelesinin ne denli hayati bir öneme sahip olduğunu göstermektedir.
Toplum ve toplumsal hayat zaruret haline düşürülmüş durumdadır. Bir araya gelmeye, temas içinde olmaya, tartışmaya ve sorunlarımıza yönelik çözümler geliştirmeye ihtiyacı bulunmaktadır. İçine sıkıştırıldığı krizi aşmak zorundadır. Mafya ilişkilerinin, her türlü çarpma, çırpma, suçu ve suçluyu gizleme senaryolarının sonu gelmemektedir.
İktidarın hayata dair söyleyebileceği kabul edilebilir bir argümanı kalmamıştır. O nedenle dini referanslarla, dinsel figürleri öne çıkarmaktadır. Dini siyasallaştırarak, ırk ve köken üzerinden toplumu kendi içinde ayrıştırarak taraftar edinmek isteyen iktidar anlayışı, bu koşulları acımasız bir sömürü ve talan düzeninin zenginleşme aracı haline getirmiştir.
O nedenle “var olan kentin/iktidarın/ tekçi çıkar çevrelerinin hakkını değil, geleceğimizin kentini /ortak çıkarlarımızı/ çoğulcu toplumsal olandan yana haklarımızı talep etmek üzere, hiç bir bahane üretmeden bir araya gelmekten kendimizi alıkoymamalıyız.