"UNESCO'nun belirlediği korunması gereken 100 doğal alan arasında bulunan İbradı Ormanları'na mermer ocağı", "Düğmeli evleriyle ünlü Sarıhacılar'a maden ocağı", "6 sit alanının tam ortasına mermer ocağı", "Kanyoning sporunun Türkiye'deki merkezi Ahmetler Kanyonu'na HES projesi", "Antalya coğrafyasının dörtte biri taş ve maden ocaklarına", ... Bunlar son yıllarda çok sık tanık olduğumuz gazete manşetleri, haber başlıkları. Bunlara benzer bir haber başlığını bugünkü gazetemizde, Uçansu Şelalesi ve Alara Çayı ile ilgili görüyorsunuz. Bu haberlere konu olan taş, maden, mermer, HES, termik santral projeleri, firma sahipleri için bol kazanç, bu tür projelerin gündeme getirildiği yörelerin insanı için felaket anlamına geliyor.
FELAKET Mİ, FELAKET SENARYOSU MU?
Felaket haberleri bunlarla sınırlı değil. Doğa olayları sonucu ya da insan eliyle atmosfere karışan emisyon kirleticiler atmosfere yayılınca kimyasal reaksiyonlar oluşturmakta, hava akımları ile karışarak, dağılmakta, taşınmakta, yayılmakta. Emisyonlar, ozon tabakasını inceltip, dünyanın “damını” deliyor; gezegenimizin ateşini yükseltiyor, küresel ısınmaya neden oluyor. Küresel ısınma buzulları eritiyor, yeryüzünün dengesini bozuyor. Orman alanlarındaki kıyım inanılmaz boyutlarda. Doğal kaynaklar, maden rezervleri hızla tüketiliyor. Sentetik ürünlerin doğadaki birikimi canlı türlerini tehdit ediyor. Bu felaketli durumun yaratıcısı serbest rekabetçi kapitalizm ve onun neo-libarel akıl yürütme tarzı. Sorun, bu eksene dayandırılmadığı için çözüm önerileri yetersiz kalıyor. Ekolojik yıkımın ulaştığı boyut karşısında çoğunluk izleyici konumunda. Sorunun kaynağına yönelik uyarılar, radikal çözüm önerileri toplum çoğunluğunda karşılık bulmuyor, şu anda benim yaptığım gibi kötümser senaryolar üretilmesinin dışında etkili olmuyor. Kör piyasa güçleri ve acımasız rekabete dayanan iktidar odaklarından etik taleplerde bulunmak da bir anlam ifade etmiyor.
KÖTÜMSER TABLOYA YENİK DÜŞMEMEK
“Daha iyi bir dünya”, “daha iyi bir yaşam”, doğal kaynakları talan etmeden, insanları sömürmeden gerçekleşmez diye düşünülüyor. Dayanışma, tamamlayıcılık, karşılıksız / koşulsuz sorumluluk duygumuz egoizmimize, bireyciliğimize yenik düşüyor. Egemen düşüncenin bizi vardırdığı nokta, “daha iyi bir yaşam”ın başkalarını göz ardı etmekle, “kardeşimin acısından bana ne", "doğanın talanından bana ne” demekle, insani duyarlılığımızı kaybetmekle mümkün olacağını vaaz ediyor. Bu kötümser tabloya yenik düşmemek, bu tabloyu edilgen bir nihilizm olmaktan çıkarmak, “daha iyi bir dünya” idealimizin merkezine insanın doğayla ilişkisini koymakla mümkün. İnsanın doğayla ilişkisini merkeze koyan bu düşünce, doğayı "müzeci" yaklaşımlara, salt koruma yaklaşımlarına teslim etmekle sınırlamıyor.
ÇÖZÜM ANTİ - KAPİTALİST EKOLOJİK TOPLUMDA
“Ekolojik toplum” düşüncesi, kendini, toplumsal kalkınma ve gelişmenin uzun vadeli iktisadiliğini de garanti altına alan yeni bir bilim paradigması olarak ifade ediyor. Ekolojik toplum düşüncesi, toplumu bir sistem, bir mega makine kılan her şeyi ortadan kaldırarak, bireyselliklerin özgür gelişiminin önünü açacak, kendi kendine örgütlenmiş toplumsallık biçimleriyle krizin aşılabileceğine vurgu yapıyor. Bu proje, verimlilik ve kârlılığın arttırılması esasına dayalı ekonomik rasyonalite söylemini reddederek toplumsal ve kültürel gereksinimlerin temel alındığı bir toplumsal ve ona uygun siyasal örgütlenmeyle; ekonomik ve teknik gelişimin, toplumsal olduğu kadar ekolojik de olan bir temelde yükselen, bireylerin karşı-iktidarlar olarak kendilerini örgütleyebildikleri anti-kapitalist, ekolojik, toplumcu bir sistemde gerçekleştirilebilir.