3 kadın meslektaşımız, Antalya Adliyesinde hikmetinden sual olunmaz bir otoriter anlayışın, itiraz edilmesini istemediği, gündeme geldiğinde ise her türlü bahaneyle çözmekten kaçındığı, adeta avukatlara haddini bildiren bir uygulamayı bir kez daha gündeme taşıdılar.

Elbette meslektaşlarımızın 3’ünün de kadın olması tesadüfi olmasa gerek.

İstanbul sözleşmesine atılan imzanın geri çekildiği, kadın cinayetlerinin daha da hız kazandığı, mesleki veya gündelik yaşamın her alanında cinsiyetçi saldırılara muhatap olmaları ve tabii ki hak mücadelesi veren bir pratiğin içinde olmaları neden olarak gösterilebilir.

Ama sadece kadın avukat olarak değil, sahip olduğumuz bütün insani değerlerimizin, muktedirin iki dudağı arasından çıkan seslere veya bir yüz ifadesine terk etmemizin istendiği günlerden geçerken onlara destek vermek, sahip çıkmak öncelikle bütün avukatlara ve hak hukuk duyarlılığı taşıyan bütün çevrelere düşüyor.


Zira hak hukuk, dolayısıyla avukatlık, yalnızca görüntü oluşturmaktan ibaret kalsın, lazım olursa kendisine, olmazsa ele güne karşı kağıt üzerinde dursun diyen bir iktidar anlayışı giderek kurumsallaştırılıyor.

Şikayet mercilerinin de bu anlayışın izdüşümü yaklaşımları sergilemekte sakınca görmemeleri artık meseleye ilk basamaktan, kapı girişinden itibaren ele almak zorunluluğu doğuruyor.


3 kadın meslektaşımızın adalet arayışının vücut bulduğu Antalya Adliyesinin giriş kapılarında yaşanan hukuksuzluklara dikkat çekmeleri bu nedenle çok anlamlı.


Adliye deyip geçmemek lazım. Yurttaş Kapıları malum, balık istifi halindedir, askeri kışla disiplini altında konuşlandırılması tercih sebebidir. Yol yordam bilenler hariç, girerken de çıkarken de, hatta tam da olması gereken yerde bile bildiklerini unutturan, kendilerini ifade etmesine imkan tanınmayan bir ortam onlara layık görülmektedir.


Adliyenin ev sahiplerine ise kapı girişleri farklıdır. Savcılar, Hakimler, Avukatlar, Personeller, Stajyerler… Bunların hepsi yol yordam bildikleri varsayılır ve adaletin dağıtılmasında rol almaktadırlar.

Yasalarında ve görev tanımlarında tarif edilmiştir, hangi durumlarda onlara nasıl davranılacağı hakkında herkes için bağlayıcı düzenlemeler bulunmaktadır. Yurttaşla kaynaştırılmamasının sayısız faydası olduğu söylenir. Hatta bu kaynaştırma konusunda kantarın topuzu öyle kaçırılır ki, ev sahibi olarak görülenler arasında da astlık üstlük ilişkisi yaratılmaya kalkılır.


Kimsenin seçici veya kendi tercihinin söz konusu olmadığı, yani özel olmayan bütün girişlerde öngörülen düzenlemelerin ana fikri kamusal amaçlarla, kamusal bir hizmetin, kamusal düzenin ve kontrolünün sağlanmasıdır.


Onun için turnikeler, X ray cihazları, kayıt cihazları vardır. Düzenli bir giriş çıkış, kimlik kontrolü, üst baş ve çanta araması yapılır. Elbette güvenlik ve huzur ortamı gereklidir. Onun için buradan geçen herkesin giriş çıkış saati de kayda alınır.


Yurttaş girişinde genellik ve eşitlik sağlanmış durumdadır. Ama ne yazık ki adalet sağlayıcıları arasında, astlık üstlük yaratılarak sürdürülmek istenen uygulama avukatlar için katlanılamaz bir boyuttadır.

Hiç kimsenin 5000 avukat saptaması haklı görülmemelidir. Bu sayıdan hiç de az olmayan resmi kadrolar her gün adliyeye elini koluna sallaya salaya girip çıkmaktadır. Kaldı ki söz konusu olan önleyici bir uygulama olmadığı da son derece aşikardır. Aynı kapıdan birbirlerine nispet edercesine yapılan geçişlerle eşitsizlikler her gün yüzlerce kez perçinlenmekte ve yasalar göz göre göre çiğnenmektedir.

3 kadın meslektaşımızın işaret ettiği konu yasal düzenlemeye aykırılık ve ayrımcı uygulamalardır.

Bunun iki haklı da nedeni bulunmaktadır.

1 – Yasa gereği Avukatın üstünün aranması istisnai koşullar hariç yasaktır. Adaletin sağlanması amacıyla, yargının vazgeçilemez bir unsuru olarak Adliyeye geldiği sırada avukatın çantası aranamaz.

2- Savcılık bu amaca hizmet etmek üzere Adliyeye gelen Avukatlara sırf giriş yapmalarından dolayı bu durumu Ağır Cezalık bir suç konusu gibi değerlendirip herhangi bir avukatın çantasını arama emri veremez. Böyle bir emrin hukuki dayanağı yoktur.


Savcılık hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket edildi diye idari para cezası düzenlemiştir. Oysa ne hukuka uygun bir emir, ne bu emre bir muhatap, ne de bu muhatabı bağlayıcı bir yasal düzenleme ortadan yokken, böyle bir idari ceza kesilmesi Osmaniye’deki doktora yapılan muameleden farklı olmamıştır.