Zarrab'ın itirafları hükümetle birlikte Türkiye'nin de küresel ölçekte itibar kaybetmesine neden oluyor. ABD basının başlıca konusu Zarrab itirafları için Financial Times, "Erdoğan hükümeti için utanç verici" ifadelerini kullanmış. ABD'nin ana akım medyasının diğer manşetleri de benzer ifadelerle dolu. Türkiye'nin itibar kaygısı güttüğünü kanıtlaması için Zarrab'ın iddialarını vakit geçirmeden yargıya taşıması; adı yolsuzluğa, rüşvete bulaşmış isimlerle ilgili sorgu süreci başlatmalıdır. YARGI SÜRECİ TÜRKİYE'DE DE BAŞLATILMALI Hükümet ya da mevcut savcılar bunu yapar mı? Kamuoyu, hükümetin de, savcılık kurumunun da bunu yapmayacağı inancında. Zarrab, örneğin, dönemin ekonomi bakanı Zafer Çağlayan'a 45-50 milyon euro, 7 milyon dolar ve 2.4 milyon TL verdiğini söylüyor. Zarrab'ın parasal ilişkiye girdiğini belirttiği bir başka isim dönemin bir diğer bakanı Egemen Bağış. Bilgisi dışında bakanlarının yolsuzluğa karışması söz konusu ise, hükümetin yapması gereken bunları açığa çıkarıp kendini aklamaktır. Bunu yapmadığı sürece 17 - 25 Aralık sürecinde ortaya atılan yolsuzluk iddialarının doğru olmadığına kimseyi inandıramayacaktır. 'KUMPAS DAVASI'YLA 'ALGI OPERASYONU' Zarrab'ın iddialarını sanık konumunda bulunan Hakan Atilla’nın Halk Bankası tarafından tutulmuş avukatları da yalanlamıyor. Atilla'nın avukatları, "Suçlu bizim müvekkilimiz değil, Süleyman Aslan ile ona rüşvet veren Reza Zarrab'dır" demeye getirerek kabul ediyorlar Zarrab'ın iddialarını. Hükümetin bu durumda hiç değilse bir meclis araştırma komisyonu kurması gerekmez mi? Hükümet, meclis komisyonu kurmak ya da konuyu vakit geçirmeden yargıya taşımak yerine, Zarrab'ın "itirafçı" değil, "iftiracı" olduğunu, "baskı ile itirafçı yapıldığını" kanıtlama yoluna başvuruyor. Ana akım medyaya göre de Zarrab davası, "Türkiye'ye yönelik bir kumpas davası". Türkiye ayağında FETÖ'nün, "küresel ayağı"nda ABD'nin bulunduğu bu davada "iftira ve yalana dayalı bir tiyatro oyunu" sahnelenmekte; "kumpas davası"nın üçüncü ayağı ABD medyası aracılığıyla "Türkiye'ye yönelik kirli bir algı operasyonu" örgütlenmektedir. 'TÜRKİYE AYAĞI' KILIÇDAROĞLU Hükümetin ve ana akım medyanın "kumpas davası"na eklediği bir başka "ayak", CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu, "sahte belgeler"den oluşan "kâğıt parçaları" ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın özel kalem müdürünü, oğlunu, kardeşini, eniştesini, dünürünü töhmet altında bıraktığı açıklamalarıyla, ABD'de açılan "kumpas davası"nın / bu davada sahnelenen "tiyatro"nun / TC aleyhine devreye sokulan "algı operasyonu"nun "Türkiye ayağı"nı oluşturmakta. Ana akım medya ve hükümetin Financial Times'ın sözünü ettiği "utanç"ı defetmek için başvurduğu akıl yürütme biçimi aynen bu şekilde. İTİBAR TAZELEMENİN YOLU Kılıçdaroğlu’nun “Suriyeli mülteciler için harcanan 30 milyar dolar ne zaman, nerede, kime gitti?” sorusunun karşılığının olmadığını Sayıştay raporundan öğreniyoruz. Başbakanlık’a bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) 2016 yılı hesaplarını denetleyen Sayıştay, “Ulusal ve uluslararası insani yardımlar kapsamında başlatılan kampanyalar ile toplanan nakdi bağışların harcamalarının muhasebeleştirilmediği” vurgusunda bulunmuş. Kılıçdaroğlu'nun paylaştığı belgelerin yargı sürecinden geçmediği sürece "varakpare" olduğunu farz edelim. Bu halde bile karşımıza, "Kılıçdaroğlu'na bu vahim iddiaları soracak, Kılıçdaroğlu'ndan bu evrakı isteyecek savcılar yok mu?" sorusu çıkacaktır. Suriyeliler için harcandığı söylenip kaydı tutulmayan 30 milyarın yanında Zarrab'ın değilse de Kılıçdaroğlu'nun belgelerinde yer alan rakamların esamesi okunmaz. "30 milyar dolar nereye gitti?" sorusunu, muhatabı kimse ona soracak savcılar ve hakimlere sahip bir yargı, bir adalet sistemi. İçte ya da dışta itibar tazeleyip, utanç defetmenin tek yolu bu olabilir, bu olmalı.