Antalya Sanatçılar Derneği üyesi idi. Dokunaklı, naif öykülerden oluşan iki ya da üç kitabın yazarıydı. Bir buluşmamızda bana yaşamöyküsünü anlattı. Kendi öyküsü de, yazdığı öyküler gibi dokunaklı, naifti. İzin verdi, o yaşamöyküsünü İdris Özyol’un çıkardığı Son Nokta dergisinde yayınladık. Bulmayı başarırsam, o öyküyü bizim gazetede yeniden yayınlayacağım. Aklımda kaldığı kadarıyla özeti şuydu:

 

                                            

Bursa’nın mahahalleye dönüşen, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kabul edilmiş Cumalıkızık diye güzel mi güzel bir köyü vardır. Neşe Karel, güzel mi güzel bir kız olarak orada doğar. İlkokul, ortaokul, liseyi Bursa’da bitirdikten sonra, yakışıklı mı yakışıklı bir mühendisle evlenir. Genç mühendisin Antalya Karayolları Müdürlüğü’ne tayini çıkar. Antalya – Burdur yolundaki Çubuk Beli’nin eski halini bilenler bilir. Çubuk Beli, yeni haliyle o mühendisin bilgi ve tekniğinin eseridir. Neşe Hanım’ın eşi Çubuk Beli’ni yapan mühendis olarak; Neşe Hanım, Çubuk Beli’ni yapan mühendisin eşi diye ünlendikçe ünlenir.

 

                                                 

1960’ları 70’lere bağlayan yıllarda Antalya kendi güzelliği kadar, Antalyalı kadınların güzelliğiyle de ünlü bir şehirdir. Ama bir kadın, güzeller içinde tektir. Antalyalı kadınlar beyaz tenli olarak da doğsalar, zaman içinde esmer olmak zorundadırlar. Diğerlerinden ten rengiyle, göz rengiyle, konuşmasındaki ahenkle, kısacası her yönüyle farklı olan bu kadın Neşe Karel’dir. Neşe Karel, Konyaaltı Caddesi’nde Sanat Okulu’nu geçince sağda bulunan bahçeli evlerden birinde oturmaktadır. Kendisi gibi güzel komşu kadınlar da vardır. Onlarla tanışır, kısa zamanda dost olurlar. Sohbet toplantılarından birinde komşu kadınlarla Doğu Garajı yolundaki İnönü Kız Sanat Mektebi’nden biçki dikiş dersleri almaya karar verirler. “Antalya’nın en güzel kadını” diye asıl o zaman ün yapar. Esnaftan kişiler, Neşe Hanım ve arkadaşlarının Kız Sanat Mektebi’ne gidiş ve dönüş saatlerini ezberlemişlerdir, o saatlerde gözlerinin pasını bilmeyi ihmal etmezler. Sanat Okulu’na en yakın dükkânın işletmecisi komşu dükkandakine, “Hşşşt, Neşe Hanım geliyor!” diye işareti çakar, o yan komşusuna, yan komşusu bir ilerdekine, geçit töreni bu şekilde devir daim edermiş.

 

                                                

Neşe Hanım bir süre sonra eşinden hamile kalır. Genç çift bir çocuğumuz olacak diye sevinçten uçmaktadırlar. Gün gelir, çocuk doğar. Doğar doğmasına da, Neşe Hanım ve eşini sevince boğmaz. Çocuk hasta doğmuştur, doktorlar bu hastalıkla doğan çocukların en çok 16 yıl yaşadığı, yaşadığı sürece de her yönden bakıma muhtaç olduğu bilgisini verirler.  Neşe Hanım, daha sonra  Konyaaltı  Caddesi’nden az geçer olmuştur, geçerken de öyle salınarak filan geçmez olmuştur.  Oğlan büyüdükçe irileşir, bakımı zorlaştıkça zorlaşır. Neşe Hanım, en çok eşinin olmadığı saatlerde, çocuğu tuvalete götürdüğünde zorlanmaktadır. Eşinin de bazen geceyarılarına kadar işi bitmemektedir. Bir süre sonra kalp krizi geçiren eşi de onu yalnız bırakır.

 

                                            

Neşe Hanım , çocuk 46 yaşında ölene kadar bu şekilde yaşadı. Çocuğun cenazesinde içten içe, “Neşe abla kurtuldu” deyip sevinmiştik. Ama o buna sevinmiş görünmedi. Acısı arttıkça arttı. Çocuğun mezarının yanında, Antalya’da kimi kimsesi olmayan Cenk Koyuncu diye bir şair yatıyordu. Neşe Hanım gün aşırı gelip, oğlunun ve Cenk Koyuncu’nun mezarınıa sular döktü, çiçekler ekti. Aradan yıllar, yıllar, yıllar geçti; Neşe Hanım’ı Antalya’da, çocuğun ve Cenk Koyuncu’nun mezarlarını çiçekler açmış şekilde göremez olduk.

 

                                       

Acılı bir portre çizdiğime bakmayın. Neşeli, sohbeti bol bir kadındı Neşe Hanım. Eşinin evde olduğu, Hasanağa Restoran’da iki tek atmaya vakit bulduğu zamanlarda, onu neşesi zirve yapmış halde bulurduk. Arkadaşlarıma büyük harfle “Dostlar!” diye hitap etmeyi ondan öğrendim. Sorup araştırdım, Kepez’de kimsesizlerin kaldığı bir bakımevine yerleşmiş, yemeden içmeden, gülmeden konuşmadan kesilmiş halde, uzaklara bakıp bakıp yaşayıp duruyormuş. Ziyaretçi kabul etmiyor, dediler, o nedenle gitmedim. Giden bir arkadaşım, “Nasılsın Neşe Abla, ne yayıyorsun?” diye sormuş; “Ne yapmamı bekliyordun, yaşayıp duruyorum” cevabını almış. Antalya’nın gelmiş geçmiş en güzel kadını Neşe Abla’nın, “Yaşayıp durma” işi  böyle bir halde iken son bulmuş.  Kimi kimsesi Bursa’da var mı bilmiyorum, varsa onlara da, ama asıl olarak Antalya’da onu çok sevmiş olan dostlarına başsağlığı dilerim.