Geçtiğimiz yıllarda Antalya'da iki ayrı etkinlik şeklinde kutlanan 1 Mayıs, bu yıl tek bir yürüyüş, tek bir toplantı ile kutlanacak. Birleşik Kamu Sen, Atatürkçü Düşünce Derneği, Vatan Partisi gibi kuruluşlar, DİSK, KESK gibi sendikalarla birlikte olmaktan kaçınıp, kutlamayı "ayrılıkçı" grupların yer almadığı bir topluluk olarak kutlama yoluna gitmekteydiler. TÜRK-İŞ ve CHP, bu kutlamalarda iki arada bir derede kalmakta, bazen farklı gruplarıyla her iki etkinliğe de katılmakta, bazen iki etkinlikten birini tercih etmekteydiler. TÜRK-İŞ İl Temsilciliğinde dün yapılan basın toplantısında DİSK Bölge Temsilcisi Cemal Aybar, TÜRK-İŞ İl Temsilcisi Hacı Mevlüt Ünal, Birleşik Kamu-İş İl Temsilcisi - Eğitim İş Şube Başkanı Fatin İlter, KESK Bölge Temsilcisi - Eğitim Sen Şube Başkanı Kadir Öztürk, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Temsilcisi Vahap Tuncer, yan yana oturup 1 Mayıs açıklaması yaparak, bu olumsuz görüntüye son verecekleri sinyalini verdiler. KUTLANACAK BİR TAVIR Özel durumlar özel ittifak biçimlerini gerekli kılar. Bu ittifakların oluşmasına temel teşkil eden ortak ilkelerin kapsamı geniş olabildiği gibi, tek bir ilkeye kadar daralabilir de. Referandum sürecinde oluşan "Hayır" cephesinin tek ilkesi vardı; kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığına dayalı hukuk devleti. Benzer bir "Hayır" cephesi, bugün de kendini dayatmakta. "Demokratik merkeziyetçilik" ilkesinin demokratik yanını iptal edip, merkeziyetçiliği tek elden yönetim mekanizmasına dönüştüren keyfi yönetimin yerini alacak hukuk devleti; muhalefette olan, kendini iktidarın keyfiyetine teslim etmeyen / etmek istemeyen herkesin üzerinde anlaşabileceği, etrafında bir araya gelebileceği bir ilke. Bu ilke etrafında diyalog kurup bir araya gelmediğiniz yerde hayat sizi bir araya getirecek demektir. Gezi direnişinde olduğu gibi, referandum sürecinde olduğu gibi. Buna gerek bırakmadan 1 Mayıs için en geniş birlikteliği oluşturan sendika ve sivil toplum temsilcilerini kutlamak gerekir. ASGARİ ÜCRET YOKSULLUK SINIRININ ALTINDA Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkının yasalaşmasıyla 1960'lı ve 70'li yıllarda kamu kurum ve kuruluşları başta olmak üzere işçi - emekçi sınıfların ekonomik durumunda olumlu yönde önemli gelişmeler oldu. 80'li yılların ardından bu haklar aşama aşama yok edilirken, emekçilerin ekonomik gelirleri kısıldıkça kısıldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın kendi araştırmasına göre Türkiye'de çalışanların yüzde 40.3’ü, yani 5,8 milyon kişi asgari ücretle (1603 TL) çalışıyor. TÜRK-İŞ'in her ay yaptığı geçim şartları araştırmasına göre, aralık ayı itibariyle 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1608, yoksulluk sınırı 5 bin 238 TL. Bir kişinin aylık geçim maliyeti 1989 TL. İki çocuklu bir ailede tek ebeveynin asgari ücretle çalışması bu ailenin açlık sınırının altında yaşaması anlamına geliyor. Anne babanın her ikisinin asgari ücretle çalışması durumunda bile bu aile yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda. SADECE 1 MAYIS'LARDA DEĞİL Türkiye'de 3 milyon 409 bin kişi işsiz. İşsizlerin çalışabilir nüfusa oranı yüzde 10,8. Kayıt dışı çalışanların oranı yüzde 32,5. Bu oranlardan yola çıkarak Türkiye'de 18 milyon civarında olan çalışan nüfusun, 10 milyondan fazlasının ailesiyle birlikte yoksulluk sınırı altında bir yaşama mahkum edildiğini söyleyebiliriz. 12 milyonu aşan nüfusuyla bir de emekliler sınıfımız var. 2002 yılında ortalama emekli aylığı asgari cüretin yüzde 32 üstünde iken 2017’de asgari ücretin yüzde 6 altına indi. İşçilerin ve emekçilerin birlik ve dayanışmasına demek oluyor ki sadece siyasi değil, ekonomik yönden de ihtiyaç var. Hiç değilse yoksulluk sınırının üstünde bir yaşam için. Sadece 1 Mayıs'larda değil, başka günlerde de, "baskın seçim" için de örneğin; en geniş, en hoşgörülü birliklere, en sıkı dayanışmaya.