İktidarın güçlü olduğu kadar yerinden edilemez de göründüğü dönemler modern aydınlar, modern sanatçılar için sınav dönemleridir. “Modern” vurgulamasını özellikle yapıyoruz, zira modern öncesi dönemde aydınlar ve sanatçılar patronaj sistemi tarafından himaye edilmekte, patronaj sisteminin himayesine ihtiyaç duymaktaydılar. Osmanlının Baki, Nedim, Necati gibi tanınmış şairlerinin geçimlerini sultanların ya da paşaların sunduğu caizelerle sağladıkları bilinir. Caizeler, sultanlara sunulan kasideler karşılığında verilen bir tür telif hakkı anlamına geliyordu. Bu nedenle ayıplanacak ya da şairinin utanacağı bir şey değildi.

*****

Modernlik, patronaj sisteminden kopuş anlamına da gelmekteydi. Caize ya da onunla akraba ödüller, modern sanatçı açısından artık utanç vericiydi. Fuzuli, modern sanatçının Orta Çağdaki öncüllerindendi. Küçük bir aylık bağlanması için geldiği İstanbul’da kendisine reva görülen muameleyi (bu muamele karşısında duyduğu utancı) “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar” şeklinde dile getirecekti.

*****

İçinde yaşadığımız postmodern çağ, aydınlardan uzmanlıklarını, sanatçılardan eser ya da ürünlerini piyasa koşullarını dikkate alarak, kültür endüstrisine entegre olarak değerlendirmelerini istiyor. Özgürlük ya da özerklik adına bohem bir yaşam sürmek her şeyin piyasa tarafından belirlendiği bu dönemde mümkün görünmüyor. Halkla ilişkiler, vb. kurumları iyi değerlendiren bazı yetenekli yazarlar ülke içinde ya da uluslararası alanda “çok satanlar” listesine girerek, sanat piyasasının özneleri arasında yer alabiliyor. Müzayede ve galeri sisteminin olanaklarını iyi değerlendiren yetenekli sanatçılar da bu sistem içinde “ekonomik bağımsızlık”larını güvenceye alabiliyor. Piyasanın öngördüğü çarkın dişlileri arasında yer almak istemeyenler, kendine yetecek bir gelirle yaşamayı kabullenerek kendisinin ve sanatının bağımsızlığını garanti edebilirler.

*****

Bu aydın tipinin dünyadaki örnekleri arasında Jean Paul Sartre ve René Char önemli yer tutar. Nobel Edebiyat ödülünü reddeden Sartre’ın gerekçesi son derece basitti: “Evimde yer yok...” René Char, görevliler eşliğinde ziyaretine gelen arkadaşı Mitterand’ı kabul etmemişti. Türkiye’de taltifin, himayenin hiçbir türüne tenezzül etmeyen Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet gibi aydınlar hiç de az değil. Bu tür aydınları yaratmakta yetenekli bir toplum olmakla da övünebiliriz.

*****

Türkiye aydınların ve sanatçıların kendi saflarını belirledikleri, bir yanda güce tapanların, iktidara yamananların, iktidarın olanaklarından yararlananların; diğer yanda kendine ait bir kimlik, bakış açısı, etik duruş kaygısı güdenlerin (kendine ait bir hikâyesi olanların) saf tuttuğu bu tür bir bölünmeye sahne olmuş durumda.

*****

Ekonomik çıkar, kariyer beklentisi gibi nedenlerle yön belirleyenlere, duruş sergileyenlere değer vermemek. Tevfik Fikret'lerin, Nâzım Hikmet'lerin durduğu yerde durmak. Dört bir yanımızı kuşatan aydın nihilizmine teslim olmamak. Himayeye, ihsana, caizeye tenezzül etmemek. Bu bölünmede safımızı bu zeminde belirlemek, bağımsız aydın tavrı sergilemek; zor, ama imkânsız değil.