Geçtiğimiz günlerde Antalya’daki bürosundan Amerika’ya, Avrupa’ya iş yapan, iş hacmi de iyi işadamımızla görüştüm. İş yaşamında profesyonelliğe İstanbul’da adım atmış. Antalya merkezli şirketi yanında New York’ta da bir şirketi var. “Neden İstanbul ya da New York değil de Antalya?”’ sorusunun cevabı “Küreselleşmenin taşrayı ortadan kaldırması” oldu. İşadamımızın tercih sebebi bununla sınırlı değildi: “Antalya’nın coğrafyası, iklimi, tarım ürünleri başka yerlerden çok farklı. Kendimize ait ‘boş zaman' da iş zamanı kadar önemli. İnsanın iş yapacağı şehri olduğu kadar yaşayacağı kenti doğru seçmesi de önemli.”

ÇUBUK BELİ’NİN ÖTESİ VE BERİSİ

Antalya ile ilgili benzer duyguları ben de taşıyorum. 10 yıl kadar İstanbul’da yaşadım. 6 ay kadar Ankara’da kaldım. Ankara’ya alışamadım. Bir kültür sanat ve tarih şehri olarak İstanbul’u çok özlüyorum. Ne var ki, Antalya dışına çıktığım zaman Antalya’ya geri dönmek arzusu çok geçmeden huzursuz etmeye başlıyor beni. Otobüs yolculuklarında Çubuk Beli’ni tırmanırken yaşanan hüzün duygusu geri dönüşlerde Çubuk Beli’nden Antalya yönüne sallanırken yerini sevince, neşeye, kabına sığmazlık duygusuna bırakıyor.

ANTALYA ÖZLENEN BİR ŞEHİR

Bir de şu var: Antalya, gidip gördüğümüz şehirlerin çoğundan daha temiz bir şehir. Deniziyle, güneşiyle dünyanın en güzel şehirlerinden biri olma yanında; meydanlarının, caddelerinin, kaldırımlarının temizliğiyle de dikkat çeken bir şehir. Hepsinden önemlisi farklı yaşam biçimlerinin, farklı kültürlerin, farklı inanç sahiplerinin, farklı giyinenlerin birbirini rahatsız etmeden, bazen birbirlerine dokunarak, bazen birbirine değmeden, birlikte, yan yana yaşayabildiği bir şehir. Birkaç on yıl içinde dağdan ovaya, köyden kente bir nüfus akışına maruz kalmış olmamıza; Antalya 30 yıl önceki nüfusunu 10’a katlamış bir şehir olmasına rağmen bu böyle.

EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ PLANSIZLIKLA YAPTIK

Bu şehri yaşanmaz hale getirmek içinse elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Antalya’ya en büyük kötülüğü plansız projelerimizle yapıyoruz. Antalya’ya en büyük kötülüğü, onu bütünlüklü bir plandan yoksun bırakmakla yaptık. Karayolu ulaşımı, raylı sistemi, çevre yolları, ana caddeleri, ara yolları, alt ve üst geçitleri yerli yerinde; otomobil sahibi olmayan vatandaşları motorlu taşıt sahiplerinin diktatörlüğüne maruz bırakmayacak yaya öncelikli bir ulaşım master planından yoksun bırakmakla yaptık.

İŞ İŞTEN GEÇMİŞ OLACAK

İmar affı uygulamasıyla ilgili ardı ardına yapılan hatırlatmaları okur ya da dinlerken bunlar aklıma geldi. Muratpaşa Meclisinde CHP'li üye Raşat Oktay, "Yasaların tüm gereklerini yerine getirerek, vergilerimi harçlarımı eksiksiz yatırarak, evimi 4 kat olarak yaptım. Bitişikteki komşum 4 kat olan evine iki de kaçak kat çıktı. Komşumun iki katı yasal hale geliyor. 'İki kat ben de çıkabilir miyim?' dediğimde, 'Hayır, çıkamazsın. Çıkarsan kaçak olur' diyorlar. Bu uygulama benim içime sinmiyor" dedi. İktidar partisinden bir meclis üyesi Reşat Oktay'a, "Sen de yapsaydın" dedi. Başbakanlığı döneminde Binali Yıldırım "İmar barışıyla 13 milyon konutun sorunu çözülecek" demişti. "Sen de yapsaydın" mantığı iktidarda olduğu sürece daha nice 13 milyonlarımız olur, aflardan, barışlardan yararlanacak.