Dört tarafı karanlıkla çevrili adam, olup bitene anlam veremeyen bakışlarla boşluğa doğru bakmakta. Siyahlar tarafından yutulmak üzere; duruşu az sonra gerçekleşecek büyük bir felaketin habercisi gibi. Bir canavar mı fırlayacak ardındaki duvardan, yoksa bakışını yönelttiği görünmeyen ufuktan ölüm mü yaklaşmakta, bilinmez; ama kollarını çaresizce iki yana açışı, sadece bir seyirci olduğu gerçeğini dışa vurmakta.

Son Sığınak

İspanyol ressam Francisco da Goya’nın, bir dizi gravürden oluşan “Savaşın Felaketleri” serisine giriş anlamına gelen ve “Olacakların Kasvetli Önsezisi” adını taşıyan eserini anımsatan günlerden geçiyoruz. İşgal, sivil ölümleri, yok edilen kentler, bombaların gürültüsü, toz, duman, kaos… Canlı yayınlanan savaş görüntülerinin ortaya çıkardığı paradoksal bir görüntü var: Sosyal medyada savaş karşıtlarından oluşan devasa bir koro, insanlığın ortak aklını temsil etmek için çabalarken, karşılarında “ama” ile başladıkları tümcelerini harp literatüründen seçilmiş özenli sözlerle bir meşruiyet aracına dönüştüren bir azınlık var. Çoğu zaman kuralları onlar koyuyor, masaya onlar kurup dağıtıyor. Stanley Kubrick’in “Paths of Glory”sini çağrıştırıyor bütün bunlar. Bir hainin son sığınağı olan vatanseverlik, dünyaya egemen olmayı sürdürüyor.

Bu noktada sanatın, kimi zaman en kışkırtıcı tavırla barış özlemini haykıran sanatçıları düşünmeden edemiyor insan. Kokoschka’nın çirkin yüzlü adamları, Heratfield’ın fotomontajı, Goya’nın mazlumları… Sonra edebiyat ve sinemadan sayısız örnek. Bütün bu yaşananlar, bu kadar çokken az sayılmak anlamına gelmiyor mu?

Savaşın Borazanı Barışın Çığlığı

Barışı arzulamak güzel, özlemi hayata geçirmek ise zordur. Tom Cruise, kutsal Amerikan ideallerinin temsilcisi, savaş pilotu Maverick’i canlandırdığı filmle (“Top Gun”) Soğuk Savaş’a yanlı bir yorum kazandırmasından sadece üç yıl sonra bir Vietnam gazisine hayat vermiştir (“DoğumGünü Dört Temmuz). Filmin kahramanı, aynı adlı romanı da kaleme alan Ron Kovic, “kolay lokma” olarak nitelendirilen Güneydoğu Asya’nın bu güzel ülkesini fethetmeye çalışan tipik “beyaz adam”, cesaretinin bedelini ağır ödeyecektir. Ülkesine döndüğünde 68 rüzgârına karışan barış hareketinin hararetli savunucularından biri olmuştur.

İki film de büyük Hollywood şirketlerinin elinden çıkmıştır. İkisi de gişede önemli başarılar elde etmiştir. Bu filmleri yapan firmalar savaşı körükleyen, “vatanseverlik” duygularını hareket geçiren yapımları da, dünyaya “beyaz bayrak” sallayan eserleri de üretmeye devam etmektedir. Savaştan medet uman da barışı arzulayan da onlardır. Savaşta her iki tarafa da silah satanlardan farkları yoktur!

Umut ve Felaket

Böylesi bir ortamda, “Dünyaya bir daha gelsem, ne kadar tank, tüfek ve silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım” diyen Aram Tigran’ın sözleri, savaş borazanlarının yarattığı kakofonide duyulmaz oluyor.

Bu satırları okuyan hemen herkes dünyayı sanatın kurtaracağı öngörüsüne içtenlikle inanıyor; ama realite karşısında bunun bir anlamının kalmadığını da düşünüyor. Klavyenin karşısına her geçişimizde Goya’nın “Savaşın Felaketleri”ni anımsatan görsellere sığınıyor, barış dizeleri paylaşıyoruz; ama temennimizin gerçekleşebileceğine dair umudumuz yok. En çok da bu yüzden, karamsar bir tonda tamamlanıyor bu yazı. Hepsi bu…