Naziler, 1941 yılının son günlerinde “Nihai Çözüm” adını verdikleri bir projenin son aşamasına gelmişlerdi. Hitler’in “Kavgam”ında izleri görüleceği üzere, “bütün kötülüklerin anası” ilan edilen Yahudilerin göçe zorlanması, gettolara kapatılması, çalışma kamplarına yollanması geçici birer çözümdü. Sıra topyekun imhaya gelmişti.

Soykırımı Anımsamak

SSCB’ye işgal için düğmeye basan 3. Reich Ordusu, güzergah boyunca “yaşamaları değersiz olan” Yahudileri sistematik bir biçimde yok etmeye başladı. Gerçekte 30’ların ilk yarısından itibaren kuramsal bir altyapısı olan bu süreç, özünde elbette ideolojikti. Kendilerini üst ırka ait gören Naziler, Avrupa’da her dönemde geçerli olan Yahudi nefretinden aldıkları cesaretle adım adım ilerleyen bir süreççe inşa ettiler.

Faşistler için kuramsal bir karşılığı bulunan soykırım, Heydrich’ten Eichmann’a giden bir çizgide, insanlık tarihinin en büyük kırımlarından birini yarattı. Esirleri öldürmek için kullanılan Zyklon B gazı, türlü arayışların ve meşakkatli denemelerin ardından bulunan bir çözümdü. İşe toplu infazlarla başlandı; ama mermi ücretleri pahalıya geliyordu. Askerlerin sinirlerinin yıpranması da cabası! Üstü kapalı kamyonlarda egzoz gazıyla zehirleme çabaları, kimi tutsakların ölmeye direnmesi üzerine sonuçsuz kaldı. Saf ırka erişmek ve “aryanlaştırmak” maliyetli bir işti! İnfaz öncesinde, katledilen insanların kişisel eşyalarına el koyma, saçından, hatta vücudundan çıkan yağdan dahi faydalanma gibi iğrenç bir sistematiğe sahip olan soykırım süreci, geriye (Çingene, komünist ya da zihinsel engelli yığınlar dışında) katledilen milyonlarca Yahudi ve Auschwitz-Birkenau başta olmak üzere Almanya, Çekoslovakya, Avusturya, Doğu Prusya ve Polonya’ya dağılan birer utanç anıtı konumundaki toplama kampları bıraktı.

Belgesiz Tarih Olmaz

Son olarak Disney Platformu’nun gündeminde olan bir Atatürk filmi merkezinde yeniden gündeme gelen “Ermeni Soykırımı İddiaları” için iki şey söylenebilir: Öncelikle “Tarih, tarihçilerle tartışılmalı”, konjonktürel politik olguların dışında ele alınmalıdır. İkincisi, yaşananların yukarıda çok kısa biçimde özetlenen Yahudi Soykırımı’yla birlikte düşünülmesi milyonlarca Yahudi’ye yapılacak en büyük kötülüktür.

Tek bir Yahudi’nin dahi affedilmediği, kişinin ırksal kökenlerine dair en küçük bir kuşkunun dahi öldürülmeyle son bulduğu 40’ların Almanya’sı ile 1915 olaylarını kıyaslamanın tarihsel sorunlar taşıdığı mutlaktır. Bugün “Nihai Çözüm” başlığı altında, Nazilerden geriye binlerce belge kaldığını ve soykırımın meşrulaştırılması adına hangi resmi aşamalardan geçildiğini çok iyi biliyoruz. Bu konuda bilinen onlarca eser dışında bir parça gölgede kaldığını düşündüğüm iki üretimden söz edebilirim: İlki Ian Kershaw’ın iki ciltlik, Türkçeye de kazandırılan devasa “Hitler” biyografisi (İthaki), diğeri ise 1976 yapımı “Mr. Klein” (Yönetmen: Joseph Losey) filmi.

İki Olguyu Birlikte Düşünmek

Ortada tehcirin bir zorunluluk olduğunu savunan yazışmalar dışında, bu topraklarda yaşayan Ermenileri toplu halde yok etmek iddiası bulunan tek belge var mıdır? Çatışmalı bölge dışında yaşayan Ermeni yurttaşlar (elbette Varlık Vergisi gibi uygulamalara şerh düşmek kaydıyla) sadece kökenlerinden dolayı kırıma uğramışlar mıdır? Bu gibi sorulara, “Tehcir de bir soykırımdır” anlamına gelen yanıtlar okuduğumu belirtsem de, bu tezlerin gerçek soykırımın kurbanlarına haksızlık olduğu tezimi yinelemek isterim. Boğazlıyan Kaymakamı Mehmed Kemal’den Talat Paşa’ya pek çok ismin, olguyu tarihçiler dışında hemen herkesin tartıştığı bir ortamın figürleri olduğunu biliyorum; ama bu konuda kimi çevrelerin Atatürk’e besledikleri husumetin de açıklanmaya muhtaç olduğunun altını çizmek isterim. Sanırım bu görüşleri özellikle Türkiye’de dillendirenleri, 70’lerin sınıf merkezli görüşlerden hızla soyunup neoliberalizmin etnik teorilerine dümen kıranlarla bir arada düşünebiliriz, ama bu kuşkusuz başka bir yazının konusu olacaktır.

Atatürk ve Gandhi

Konunun Disney ayağına gelirsek; ticari bir medya platformunun etkinliği bilinen lobilerin çalışmalarından ürkmesi bir yere kadar anlaşılabilir. O lobilerin tarihi eğip bükmeye, tahrif etmeye çalışması da yaşanan gelişmelerin ışığında farkına varabileceğimiz bir durumdur. Buradaki temel sorun, Mustafa Kemal Atatürk gibi emperyalizme en güçlü olduğu dönemlerden birinde, unutamayacağı bir darbeyi indiren ve mazlum Doğu halklarının da lideri olan bir ismin filmini halen çekemeyen bir ülkenin kültür politikalarına ilişkindir. Mahatma Gandhi’nin ünlü bir sözü var: “Mustafa Kemal, onları yenene kadar İngilizleri tanrı sanıyordum.”

Gandhi’yi, hem de bir İngiliz yönetmenin gözünden anlatan çok başarılı bir film var (Richard Attenborouh, 1982). Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde böylesine önemli bir bağımsızlık hareketine önderlik etse sayısız filme, şarkıya, romana konu olacak Atatürk için böyle bir durum söz konusu değil. Disney, diğer tüm konular bir yana, bize en çok bunu hatırlatıyor.