Eski adıyla Altın Portakal, yeni adıyla Antalya olan film festivalimiz Menderes Türel’in 2004 yılında başkan seçilmesinin ardından AKP – CHP yönetimleri eliyle deneme tahtasına çevrildi. Türel’in film marketleri- film platolarıyla, Cannes, Venedik gibi festivallerle yarışacak bir festival yaratma sevdasına, CHP’li yönetim “Halkın festivali”, “Halkın Portakalı” gibi argümanlar ve organizasyonlarla karşılık verdi. Türel’in yaptığını Akaydın’ın, Akaydın’ın yaptığını Türel’in festival direktörleri, sanat danışmanları bozdu, yıktı. Altın Portakal’ın 2004 sonrası tarihi, festival yönetimlerine göre belirlenen bir milatlar tarihi oldu. Engin Yiğitgil, Vecdi Sayar, İlyas Başsoy, Elif Dağdeviren, Zeynep Atakan, bunların hepsi, her biri, Altın Portakal için bir milat, bir milat ilanı oldu. KUBİLAY’IN SORUSU Antalya Film Festivali’nin iki alamet-i farikasından biri olan ulusal uzun metraj film yarışması Türel’in festival yönetiminin milat sevdasına; Antalya Kültür Sanat Vakfı, Mustafa Akaydın’ın festival yönetiminin kötü niyetine, basiretsizliğine kurban gitti. Gazeteci Kubilay Eldemirci, Türel’e, “Dervişin fikri neyse zikri de odur” türünden bir soru sordu. Eldemirci’nin gülüşmelere yol açan “Başkanım, 10 yıl sonra Antalya Film Festivali nerede olacak?” şeklindeki sorusuna Türel, “Antalya’da olacak” cevabını verdi. Eldemirci’nin sorusu da Türel’in cevabı içtenlikliydi. Soru da cevap da nereye gittiği belli olmayan, olduğu yerde sayan bir festivali tarif etmekte idi. BANA KOKTEYLİNİ SÖYLE “Avrupa festivali, dünya festivali oluyoruz, Cannes’la Venedik’le yarışacağız” iddiasıyla yola çıkıyorsunuz; festival kokteylinize korkunuzdan alkollü içecek koyamıyorsunuz. Birileri “Bana kokteylini söyle sana festivalini söyleyeyim” mi dedi; “Onlar festivallerini birayla, biz duayla açıyoruz” deyip, işin içinden sıyrılıyorsunuz. Dünya sinemasının önde gelen yapımcı, yönetmen, aktris ve aktörlerini; Avrupa’nın, Amerika’nın postmodern sinema figürlerini yayık ayranıyla mı ağırlayacağınızın cevabınıysa veremiyorsunuz. FESTİVAL OLİGARŞİSİ Son 10 – 15 yıldır “sanat danışmanı”, “festival direktörü”, vb. adlar altında sabit isimlerden oluşan bir festival oligarşisi oluştu. Antalya’da, Adana’da, Malatya’da, Bursa’da, festival düzenlenen her ilde, o ilin festivalinde devrim yapma, o ilin festivaline çağ atlatma iddiasıyla, şu ya da bu ad altında bu sabitelerden biriyle karlaşırsınız. Elif Dağdeviren, Hülya Uçansu, Alin Taşçıyan, Zeynep Atakan, son 3 yılda Antalya Festivali’nin “devrimci” liderleri olarak karşımıza çıkan isimler. 50 yılı aşkın geçmişe sahip Altın Portakal’ın milat ilancılarından önce Hülya Uçansu, sonra Alin Taşçıyan, ardından Elif Dağdeviren ortadan kayboldu. Elif Dağdeviren’in yerini Mike Downey ve Mirsad Purivatra gibi gizemli iki isme bırakıp gitmesi ise epey manidar. Zeynep Atakan gibi Mirsad Purivatra’nın da Nuri Bilge Ceylan’ın yapımcılarından olması gizem perdesini biraz aralasa da. SANSÜR KAYGISINDAN MI? Film festivallerinde gösterimi yapılacak filmlerden “kayıt tescil belgesi” istenmesi ile başlayan sansür tartışmaları önce İstanbul, ardından Antalya Film Festivallerini vurdu. Sansür tartışmaları nedeniyle Antalya Festivali’nde belgesel film yarışmasına son verildi. Antalya Film Festivali’nden ulusal film yarışmasının kaldırılması da belgeseli vuran sansür kaygısıyla ilgili olabilir mi? Ulusal yarışmayı kaldırmakla sansür tartışmalarına neden olacak bürokratik süreci azaltmış olsanız da gösterimi yapılacak filmlerin “milli” olanından bu belgeyi isteyip, milli olmayanından istememenin sansür kaygısıyla ilgili olmadığına kendimizin dışında kimi inandırabiliriz? YENİ BİR OLİGARŞİ Mİ? Eskiden yönetimler verdikleri ödül miktarıyla övünürdü. 700 – 800 bin lirayı bulan ödüller dağıtılıyordu. Ödül miktarı şu anda 50 bine düşürüldü. Festival ekonomisi Film Forum vb. organizasyonlar etrafında yoğunlaştı. Bu ekonomik yoğunlaşma da bir tür sansür mekanizmasına yol açabilir; yeni bir festival oligarşisi yaratabilir; desteklenecek, desteklenmeyecek filmlerin tercihinde etkili olabilir mi? Haşmetmeaplarının onayına mazhar olmayabileceği düşünülen, zülf-i yare dokunan filmler örneğin, bu fonlardan nasiplenebilir mi? Fonlara akan paraların nereye, niçin gittiğiyle ilgili organizasyonun kendi içinde de olsa şeffaflık söz konusu mu? “Milli” film endüstrimize, yarışma filmlerinde olduğu gibi burada da ikinci sınıf muamelesi yapıyor olabilir miyiz?