Nereden Nereye? “Kim yaptı bu münasebetsizliği?!...” diye haykırır Kel Mahmut. Önce uzun bir sessizlik ve ardından -Damat Ferit’le Güdük Necmi başta olmak üzere- "bizim haytaların" haykırışı peşi sıra gelir: “Ben yaptım!... Ben yaptım!...” Belleğimizden çıkmayan bu küçücük görüntü bile "nereden nereye?" sorusunun yanıtına dair derin anlamlar içerir. Devir değişmiştir; bugün o filmlerle kahkahaya boğulan, hüzünlenen "gemisini kurtaran kaptanlar", "kendi bacağından asılan koyunlar", kaybolan dayanışma ruhunun yasını tutmaktadır aslında. Uyanık Okul Müdürü’nün idealist Mahmut Hoca’yı yere yapıştırıp filmin başrolüne soyunduğu yeni dönem, yeni kahramanlarıyla arz-ı endam etmeye başlar tüm çıplaklığıyla. Büyük Kırılmaya Doğru Aristo’dan bu yana ‘alt sınıfların’ tutunma ve hatta intikam alma aracı olan komedi, Türk sinemasının da geniş halk kitleleriyle buluşmasını sağlayan en önemli araçlardan olmuştur. Bu temsiliyete bir dönemde Kemal Sunal filmlerinde rastlamamız tesadüf sayılmamalıdır. "Yolların yürümekle aşıldığı" ve ülke tarihinde belki de ilk kez "talep etme"nin yaşamın zorunlu unsurlarından biri haline geldiği bir dönemin ana karakteridir Şaban. Öncülünü Arzu Film'in kalabalık kadrolu "aile güldürülerin" oluşturduğu naif eğilim, sonraki dönemde Bilo'dan Maho'ya, oradan da Zeki ve Metin'e yeni tiplerle repertuarını genişletir; içinde bulunduğu yılların muhalif söylemini, genellikle yumuşak bir tonda- geniş kesimlere ulaştırır. Şaban’ın gişede varlığını sürdürmesine karşın aykırı ve yıkıcı kimliği ile ortalıktan çekilmesi, düzeni koruyan resmî bir kimliğe bürünmesi, tam da ülkede büyük değişimlerin yaşandığı bir döneme denk düşer. Tüm kültürel ve sanatsal kurumların Fetret Dönemi’ne girdiği; bireyciliğin, köşe dönücülüğün, tevekkül ve ikrarın yeniden keşfedildiği ve kadın sömürüsünün "cinselliğin keşfi" tanımı altında "yükselen değer" olarak pazarlandığı 80’ler, günlük gazetelerden mizah dergilerine bu ‘zorunlu içe dönüş’ün rengârenk sayfalarında gizli iken, sinemamızın bütün kaleleri -henüz tam manasıyla- zapt edilememiştir. Emek sömürüsünün "Talihli Amele", 24 Ocak eksenli yeni ekonomik politikaların sonuçlarının "Banker Bilo" ya da "Faize Hücum" ve büyük kültürel kırılmanın "Muhsin Bey" gibi filmler aracılığıyla ele alındığı bu yıllarda, yedinci sanatın tarihe / içinden geçilen döneme tanıklık etme işlevini iyi-kötü yerine getirdiği görülecektir. Bu, sanılanın aksine, yeni bir dil dayatan komedide esaslı dönüşümün 12 Eylül'ün hemen arifesinde değil, 90'lar sonrasında gerçekleştiğinin kanıtıdır. Cem Yılmaz'ın Komedisi Düne ait tüm değerlerin tartışmaya açılıp hızla içinin boşaltıldığı, sanatsal emeğin -Andy Warhol'a selam yollayarak söylersek- tek gecede şöhret olan "yıldız tozlarına" yenik düştüğü, popçu veya topçu olmanın muteber sayıldığı Televole yıllarının eşiğinde, yeni dönem, kaçınılmaz olarak yeni mizahçılarını yaratmaya başlar. Yeşilçam'ın çöküş yıllarına paralel biçimde gelişen majörler olgusu tıkanan Türk sineması, "Arabesk" (1988) gibi kendi köklerine doğru postmodern bir yolculuğa çıktığı bir dönemde, yeni adımlar atma cesaretini ve olanağını yakalayamaz. Leman Okulu'nun parlak öğrencilerinden biri olarak 90'ların sonunda boy göstermeye başlayan Cem Yılmaz'ın serüveni de benzer bir sürecin izlerini taşımaktadır. Yeniçağ'ın komedyeni, “Hoşgeldin 2003” adlı gösterisinin İzmir ayağında, seyirciye, "Bazıları dertleniyor: ‘aman canım, öyle ağzını yayıp gülmek olur mu, birazcık da düşünmek lazım!’ diye. Ben o konuyu hallettim, merak etme. Diyorlar ki ‘yalnızca gülmek olmaz, güldürürken düşündürmek lazım!’ Oysa gülmek zaten çok zorlu bir aktivite, o yüzden neşene bakacaksın, güleceksin o kadar...” şeklinde seslenir. (Devam Edecek)