Diğer Yazıları “Ayla” ile ilgili görüşlerimi bir başka platformda paylaştığım için bu sütunda yinelemeyeceğim; ancak filmin Oscar’a aday adayı olmasının yarattığı sansasyona ilişkin birkaç şey söylemekte yarar var: Akademi Ödülleri, gündeme geldiği 1927 yılından bu yana belli formüller üzerinde ilerlemiş ve ideolojik yaklaşımları bünyesinde barındırmıştır. Güven tazelemek, sistemin çalışan ve ona itaat eden insanın yüzüne bir gün, bir yerde mutlaka güleceği duygusunu pekiştirmek ABD’nin özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından yürürlüğe koyduğu rüyanın özeti gibidir. Kuşkusuz popüler sinemanın kimi dönemlerinde yedinci sanatın çağa tanıklık eden kimliğine yaraşır ürünler de ortaya konmuştur; ama bu yapıtları kendi eliyle soframıza sunan da yine aynı sistemdir. “Kapitalizm kendi idamı için olsa bile ip satar; ama ipin çürük olmasına bakar!” İlk Oscar’ın En İyi Film adaylarından “Şafak” (Sunrise, 1927), adını “Nosferatu” (1922) ve “Faust” (1926) gibi ekspresyonist / romantik dönem Alman klasikleriyle duyuran Murnau’nun imzasını taşımaktadır. Kırsalda yaşayan bir Amerikan ailesinin öyküsünün anlatıldığı film, kameranın bir ‘göz’ gibi kullanılması tekniğini Amerika’da ilk kez uygulaması ve çevreyi oyuncunun gözünden incelemesi açısından büyük önem taşımaktadır. Diğer adaylardan “Yedinci Cennet”, dönemin popüler melodramlarının başında yer alır. Austin Strong’un oyunundan uyarlanan ve Paris’te geçen film, iki gencin tutkulu aşklarını konu almaktadır. Umut ve hayal kırıklıkları arasında gidip gelen insanların aşk serüvenlerini perdeye taşıyan ve hemen her seferinde anti-militarist bakış açısını filmlerine yedirmeyi başaran Borzage, özellikle sevginin gerçeği yenebileceğini ima eden -ve pek çok melodrama ilham kaynağı olan- finaliyle izleyicisini etkilemiştir. “Zafer Şafağı” adıyla da tanınan “Son Emir”, Ekim Devrimi’nin ardından Rusya’dan kaçıp Amerika’ya gelen ve bir süre Hollywood’da ufak tefek rollerde oynamak zorunda kalan devrik General Lodijensky’nin anılarından uyarlanmıştır. Sternberg’in Hollywood’daki en kitlesel çalışmalarından sayılan film, dünyanın sinema merkezinde yaşanan ekmek ve varolma mücadelesine eğilen ilk yapımlardandır. “Şafak” gibi sıradan insanın öyküsüne odaklanan “Kalabalık” da Amerikan Rüyası’na esaslı bir eleştiri sayılabilir. Film, New York’un yoksul kalabalıkları arasında yalnızlığı yaşayan alt/orta sınıf insanına çarpıcı bir bakış atmıştır. Dönemin öne çıkan son filmi ise “Kanatlar”dır. 1. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da geçen yapım, çocukluktan bu yana arkadaş olan Jack Powell ve David Armstrong’un savaş ve aşk serüvenlerine odaklanmaktadır. 2 milyon dolar gibi dönemine göre oldukça yüksek bir bütçeyle çekilen yapım, özel efektlerden aldığı güçle beğeni toplamıştır. O günlerde ezilen ya da tutunamayan kesimlerin öykülerini perdeye taşıyan yönetmenler, kimi zaman uzlaşmacı bir kimliğe bürünerek de olsa dönemin tasvirine soyunmuşlardır. Bütün bunlara karşın Akademi’nin ilk üyeleri, ‘suya sabuna en az dokunan’ “Kanatlar”ı ödüllendirmeyi uygun bulurlar. Yani pilotların göklerdeki heyecanlı serüvenlerine zorlamayla yedirilen bir aşk üçgeni ve bolca da vatanseverlik sosu! İlk Oscar, Akademi’nin sonraki yıllarda göstereceği performansın habercisidir. Elbette bir eğlence aracının (!) sistemin mevcudiyetini sürdürme siyasetinde bu denli belirleyici olabileceği iddiasını “saçma” olarak nitelendirmek olasıdır. Chaplin’i, Orson Welles’i, Büyük Bunalım’ı, Soğuk Savaş’ı, McCarthy’lerin odun taşıdığı cadı kazanlarını bir kenara bırakmak da öyle. Ama tarih sessizce olan biteni bir yerlere not etmektedir. Sözün kısası, Oscar popülerdir; ama adaylık ya da ödüller her şey demek değildir! Diğer Yazıları