Bir Tartışmayı Anımsarken Son on beş yılda kültür alanında yeterli dönüşümün sağlanamadığına dair tespitler, bana yıllar önce yaşanan “Muhteşem Yüzyıl” tartışmalarını anımsattı. Dizinin ilk günlerinde, henüz fragmanının yayınlanmasıyla kimi çevreleri ayağa kaldıran ve “maksatlı bir çabanın ürünü” olarak nitelendirilen “Muhteşem Yüzyıl”a ilişkin ilk tepkileri hatırlayalım: Bir sendika başkanı, dizinin “Türkiye’nin son yıllarda izlediği başarılı dış politikanın önünü kesmek” gibi, algı sınırlarımızı zorlayan bir komplo teorisi eşliğinde gündeme geldiğini iddia etmişti. Kervana, hedeflenenin önemli bir tarihsel şahsiyeti aşağılamaya çalışmak olduğunu belirterek katılan bir siyaset adamımız ise, “ecdadımıza yapılan bu küfre karşı” kamuoyunda oluşan tepkilerin dikkate alınması gerektiğini buyurmuştu. RTÜK’ün açıklaması ise gecikmemişti: “Kurullarımız, inceleme sonucunda yayın ilkeleriyle bağdaşmayan bir durumla karşılaşırsa, gereken yapılacaktır!” Tarih Baştan Yazılmaz! Halkaya eklenen bir başka tepki müdahalenin yargı yoluyla yapılması temennisini içeriyordu hatırlayacağınız gibi. İşaret fişeğini takip eden “akil” köşe yazarları ve dizinin yayınlandığı kanalın patronu ise padişahın öpüşmemesini rica etmişti iddialara göre. Şöyle yazmıştık 2012 yılında: Geçmişte Halit Refiğ’in “Haremde Dört Kadın” adlı eserine mazinin karalandığı iddialarıyla tepki gösterenler anımsamalıdır; tarihin yerli yerine koyduğu Osmanlı imgesini ne o film, ne de diğerleri yerle bir etmeyi başaramamıştır. Tıpkı, “Muhteşem Mazimiz Ayaklar Altına Alınamaz!” şeklinde pankart açan grupların, “şanlı” zaferler ve fetihlerin yanı sıra; haremin, entrikaların veya Hürremlerin var olmadığı bir Osmanlı sarayı yaratmayı başaramayacağı gibi!Özet Gibi Bir Şey Hafızamızı bir parça zorladığımızda, yaşanan süreci şöyle özetleyebiliriz: Öncelikle, karşı kutupta yer aldığı varsayılan bir üretime “ucube” jargonuyla yaklaşılmasına aşina olduk. “Muhafazakâr Sanat” temennilerini dışa vuran onlarca yazı okuduk. Bu bakışa uygun olduğu ileri sürülen hatrı sayılır sayıda dizi, film izledik. Bütün bu süreç, her durumdan siyasal sonuçlar çıkarmaya hevesli politikacılar adına da ilginç sonuçlara ulaşmamıza olanak tanıdı. İlk olarak bu çevreler, uzunca bir süredir dizi sürelerinin uzunluğuna işaret eden; hatta bu işkencenin sonucunda kimi arkadaşlarını toprağa veren dizi emekçilerinin çığlığına kulak tıkamışlar ve RTÜK’ü müdahaleye çağırmamışlardı. Dolayısıyla, kimi durumlara gösterdikleri hassasiyeti “normal” karşılamak olanaklı değildi. İkincisi; dizi ya da filmleri “gelenek, tarih, miras” vb. kavramlarla değerlendirmeye kalkışmak, -sanatın özgürlükçü yapısıyla çelişmesi bir yana-, ona farklı bir anlam yükleme gibi, bir başka nafile çabanın ürünüydü; çünkü bu ürünler, tüm sorunları tek başına çözme gibi bir etkiye sahip değillerdi; dahası böyle bir iddia peşinde de olmamışlardı Gelinen noktada, benzer bir bakıştan hareketle ve muhtemelen yeterince “millî” ve “yerli” olmadığı için festivallerin önü kesiliyor, daha “modern” bir sistem vaadiyle mevcut yapılar yerle bir ediliyor, Emek gibi anıtlar tarihe karışıyor, galeriler / müzeler kapanıyor vs. Sonra yine en başa dönülüyor ve o büyük kültürel dönüşümün sağlanamadığından yakınılıyor. Garip ama gerçek!