Ne çok kayıp verdik, ne çok öldük ocak ayında… Metin Göktepe, Hrant Dink ve Uğur Mumcu. İşkenceyle, kurşunla ve bombayla katledildiler. Yakın tarihimizin utanç vesikası bu üç ölüm. Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara’da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombayla yok edilmek istendi. Patlama sonrası olanlar katillerinin bulunmak istenmediğinin işaretiydi adeta. Patlamayla etrafa dağılan deliller, cımbızla toplanmak yerine süpürgelerle süpürülüyordu.

Mumcu, öldürülüşünden bir yıl önce, 1992 yılında Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde gazeteci tanımını şöyle yapmıştı: "Gazeteciyi nasıl tanımlarsınız? Kimdir gazeteci, ne yapar? İşlevi nedir? Gazeteci, her konuda fikir ileri süren, her şeyi bilen insan demek midir? Hayır. Nereden bilecek gazeteci her şeyi?

Ben kendime göre bir tanım yapayım: Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunan insan demektir. Gazetecinin bu görevini yapabilmesi için habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir. Bunun için de gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur. Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir."

Hainler aramızdan almasa yazacağı daha çok şey olacaktı elbette ki ama o 51 yıllık ömrüne onlarca kitap sığdırdı.

Hrant Dink… Öldürülüşünün ardından çok az meslek örgütü sahip çıktı. Etnik kimliği nedeniyle hep tartışma konusu oldu. Onu etnik kökeni nedeniyle tartışmaya açanlar gazeteci kimliğini görmek istemedi. Gazeteciliğin evrensel bir meslek olduğunu kabul etmediler. Gazeteci yahu bu adam, gazeteci… Kaldırımları, gökyüzünü yazmadı. Memlekette yanlış giden ne varsa onları döktü satırlara, kalemini pislikleri ortaya çıkarmak için, kurulan pis ilişkileri afişe etmek için kullandı. Yazdı, yazdı, yazdı…

Ne çok kayıp verdik, ne çok öldük ocak ayında… Metin Göktepe, Hrant Dink ve Uğur Mumcu… Saygıyla anıyoruz…