Antalya, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da gözbebeği bir şehir.
Masmavi denizi, bereketli tarımı, zengin tarihi ve kültürel çeşitliliği ile adeta bir açık hava müzesi.
Ancak bu eşsiz miras, günü kurtaran değil; geleceği inşa eden bir belediyecilik anlayışını şart koşuyor.
Artık Antalya’da belediyecilik, sadece yol yapmakla, park açmakla, festivaller düzenlemekle sınırlı kalmamalı.
Geleceğin Antalya’sını kuracak vizyon, insanı, çevreyi ve kalkınmayı bir bütün olarak ele almak zorunda.
Peki nasıl bir anlayış?
Öncelikle insan odaklı bir yönetim.
Vatandaşın derdini dinleyen, çözüm üreten, her yaştan insanı kapsayan bir yaklaşım…
Sadece merkezi mahallelerde değil, en ücra köyde de hissedilen bir hizmet adaleti…
İkinci adım, doğayla uyumlu kalkınma.
Antalya’nın ormanlarını, kıyılarını, tarım alanlarını korumadan, gelişimden söz etmek mümkün değil.
Her projede “çevre önceliğimizdir” demek yetmez; uygulamada samimi olmak gerekir.
Üçüncüsü, akıllı şehircilik.
Dijital altyapı, akıllı ulaşım sistemleri, yeşil enerji kullanımı, şeffaf belediye uygulamaları…
Bunlar sadece büyük şehirlerin lüksü değil, Antalya gibi bir marka şehrin zorunluluğudur.
Ve belki de en önemlisi, katılımcı yönetim.
Kararları birkaç masa başında almak değil, halkla birlikte üretmek.
Mahalle meclisleri, gençlik konseyleri, kadın inisiyatifleri gibi yapılarla, Antalya’yı Antalyalılarla birlikte yönetmek…
Antalya artık kabına sığmıyor.
Bu güzel şehir, geleceğin dünyasında ancak vizyon sahibi, cesur ve adil bir belediyecilik anlayışıyla hak ettiği yere ulaşacak.
Ve unutmayalım:
Bir şehri güzelleştiren sadece binalar değil, o şehirde yaşayan insanların yüzündeki tebessümdür.
İşte gerçek belediyecilik, o tebessümün mimarı olabilmektir.