Bazı cümleler vardır ki, bir bakışla geçmişi selamlar, bir işaretle geleceğe yön verir. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir” sözü de işte böyle bir cümledir. Sadece bir coğrafi güzelliği tarif etmez; bir vizyonu, bir öngörüyü, bir millete duyulan güveni ve dünyaya verilmiş bir mesajı barındırır içinde.
Yıl 1930. Genç Cumhuriyet henüz yedi yaşında. Dünya ise ekonomik buhranın gölgesinde kıvranmakta. O dönemde birçok lider, halkına umut vermekte zorlanırken, Atatürk Anadolu’nun güneyinde bir kente bakıyor ve “Dünyanın en güzel yeri” diyor. Bu, yalnızca doğanın büyüsüne kapılmış bir hayranlık ifadesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin dünyaya açılma iradesinin, kendi güzelliklerine ve değerlerine duyduğu inancın ifadesidir.
Antalya, o günlerden bugüne sadece turizm cenneti olmakla kalmadı; bir dünya şehri haline geldi. Oysa Atatürk bunu o gün görmüştü. Onun için Antalya, Torosların denizle buluştuğu bir kıyı değil yalnızca; bir medeniyet vitriniydi. Roma’nın mirası Aspendos, Helenistik çağın izlerini taşıyan Perge, Akdeniz’in eşsiz mavisi, portakal çiçeklerinin kokusu… Bütün bu zenginliği, genç Türkiye’nin kültürel ve doğal sermayesi olarak görüyordu. Ve belki de daha önemlisi, bu zenginliği tüm insanlıkla paylaşmaya hazır bir halkın temsilcisiydi.
Bugün dünya markası haline gelen Antalya, yılda milyonlarca turisti ağırlıyor. Bu başarı, sadece doğanın cömertliğine değil; zamanında o güzelliği fark eden, onu koruma altına almayı düşünen ve “burada güreşler yapın, bu antik tiyatro yaşasın” diyen bir öndere borçlu. Atatürk’ün sözünü ettiği güzellik, sadece estetik bir nitelik değil; stratejik bir ufuk, bir kültürel diplomasi vizyonuydu.
Antalya, Türkiye’nin yumuşak gücüdür. Bir milletin, sahip olduğu değerlere ne kadar inandığını gösterdiği yerdir. Atatürk, bu sözüyle hem halkına moral vermiş, hem de dünyaya mesaj yollamıştır: “Bakın bu ülke sadece savaş meydanlarından ibaret değil; burası barışın, kültürün ve güzelliğin de toprağıdır.”
Bugün Antalya’ya baktığımızda hâlâ aynı manzara karşımızda duruyor. Aynı potansiyel, aynı ilham. Yeter ki biz de Atatürk gibi, kendi kentlerimize kendi gözümüzle bakmayı öğrenelim. Güzelliği sadece seyretmekle yetinmeyip onu korumayı, tanıtmayı ve yaşatmayı bir sorumluluk kabul edelim.
Atatürk’ün Antalya’yı “dünyanın en güzel yeri” ilan etmesi bir rastlantı değil, bir gelecek tasarımıydı. O tasarım bugün hâlâ geçerli. Sadece turizmin değil, barışın, medeniyetin ve evrensel kardeşliğin de en güzel yeri olmaya aday bir şehir duruyor karşımızda.
Ve belki de artık bizlerin de aynı cümleyi biraz daha yüksek sesle tekrar etme zamanı gelmiştir:
“Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir.”