Usta yazar Yaşar Kemal ‘Deniz Küstü’ romanını yayımladığında yıl, 1978’di. Romanda, insanın yaşadığı coğrafya ile birlikte nasıl yozlaştığı İstanbul üzerinden anlatılır. İstanbul’un eski siyah beyaz fotoğraflarında kalan ve “boğazda lüfer akını” ya da palamut akını haberleriyle toplumun belleğinde yer edinen deniz-insan ilişkisi zamanla boğazın iki yakası başta olmak üzere İstanbul coğrafyasının hemen her köşesini betona boğan insanların coğrafyayla kurduğu ilişkisine dönüştü. Marmara’yı önce küstürdük, ardından ise müsilaj kusan bir denize dönüştürdük.
NEFES ALMAK ÇİN KAÇILAN YERLERİN NEFESİ KESİLİYOR
Marmara Denizi bu ülkenin insanına küsmesinin üzerinden neredeyse yarım asır geçti. Ciğerlerini söksek de halen nefes almak için direniyor. Son yıllarda ise Ege kıyıları benzer bir akıbete doğru hızla ilerliyor. Nefes almak için boğucu kentlerden kaçılıp gidilen Ege sahilleri, giderek ‘kaçılacak’ yerler haline dönüşüyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de Muğla’daki Güllük Körfezi’nde yaşanıyor. Güllük Körfezi ve çevresi çok özel bir coğrafya. Deniz, sulak alan, nehir ve karasal ekosistemlerin bir arada ve uyum içinde geliştiği özellikli bir bölge. Nehirlerinde su samuru, denizinde Akdeniz foku, sulak alanlarında endemik türlerin yaşam bulduğu bir doğal miras.
GÜLLÜK KÖRFEZİNDE 5 BİN YILLIK KÜLTÜRÜN İZLERİ SİLİNİYOR
Son 20-30 yılda bu bölgede giderek artan insan baskısı, denizi balık türleriyle, dağları zeytin ormanlarıyla kaplı Körfez ve çevresini giderek yutuyor. Geçmişi 5 bin yılı bulan İasos antik kenti ve koyları, körfezin geçmişi hakkında izlerle dolu. Bu bölge aynı zamanda denizlerin akciğeri sayılan ve biyolojik çeşitliliğin devamı için hayati önemde olan deniz çayırlarının da son sığınaklarından. Deniz çayırlarının öneminin fark edilmesiyle, türün yok oluşunu hızlandıran insan baskısının artması neredeyse benzer dönemlere rastlıyor.
İKLİM KANUNU MU KARBON PAZARI MI?
Türkiye’nin gündeminde İklim Yasası var ancak doğanın, yaşamın ve toplumun çıkarlarından daha çok karbon pazarının düzenlenmesine, kirliliğin paraya tahvil edilmesine bir çeki düzen vermeyi öncelik olarak gören bu düzenlemelerde yaşamın geleceği ıskalanıyor ne yazık ki. Yaylaları, ormanlar, dereler, kıyılar gibi yağmaya karşı direnmeye çalışan Anadolu coğrafyasının sesi, isyanı yok İklim Kanunu’nda.
MERSİN BALIĞINI YOK ETTİK, KASABALARIMIZ SARDALYA KOKMUYOR
Yeryüzündeki kirleticilerin neden olduğu karbonun neredeyse beşte birini yutarak yerkürenin akciğerlerini temizleyen deniz çayırları da pek konuşulmuyor karar alıcılar arasında. Eğer bugün Türkiye denizlerinde doğal olarak varlığını sürdüren mersin balığı artık bulunmuyorsa, boğazdaki lüfer akınını konuşmuyorsa bu coğrafyanın insanı, Marmara’yı çevreleyen kasabaların sokakları lakerda, Kuzey Ege kasabaları sardalya kokmuyorsa; denizin ciğerini söktüğümüz içindir. Horona durmuş Trabzon uşaklarının kuşaklarında parıldayan gümüş hamsilerin yerini Norveç uskumruları aldıysa balık tezgâhlarında; denizi küstürdüğümüz içindir…
DENİZLERİMİZ ÇÖLE DÖNMEDEN ÖNCE BİR DAHA DÜŞÜNME ZAMANI
Birleşmiş Milletler (BM), Mayıs 2022’de aldığı bir kararla 1 Mart’ı tüm dünyada ‘Dünya Deniz Çayırları Günü’ olarak ilan etti. Çünkü denizel yaşamın sigortası olan deniz çayırları küresel olarak tehdit altında ve bu yok oluşun önüne geçilemezse bugün Marmara gibi can çekişen denizlerimiz, yakın gelecekte birer çöle dönecek. Güllük Körfezi’ndeki baskılar bu açıdan daha da önemli hale geliyor. Mevcutta bir maden yükleme limanı, iki marina, balıkçı barınakları ve yat limanı bulunan körfezde yeni bir maden yükleme limanı daha yapılmak isteniyor. Bu proje için Kıyıkışlacık’taki İasos antik kentinin koylarında daha önce alınan dalış yasağı kaldırılmış. Bir başka deyişle, daha önce dalmanın bile yasak olduğu Kıyıkışlacık koylarında bir deniz tabanı kazılarak tahrip ediliyor.
ÇED RAPORLARIYLA YOK OLUŞA AKADEMİK VE İDARİ RIZA ÜRETİMİ
Özel bir şirket tarafından yürütülen liman projesi için hazırlanan ÇED raporunda, Muğla ve Aydın’daki üniversitelerin ilgili birimlerinden ‘uzman’ raporları hazırlanmış. Denizin ciğerlerini söküp, kıyıda ve denizde büyük bir tahribata neden olacak yıkım için her türlü ‘onay’ üretilmiş. Kamu kurumları, bürokratlar, koruma kurulları, üniversite hocaları ve her biri birer ticari kuruluş olan danışmanlık şirketleri, mevcutta 6 ayrı liman olan Güllük Körfezi’nde bir yenisini daha inşa etmek için elinden ne geliyorsa yapmış. Bu yıkıma itiraz eden yerel yönetimler ve Kıyıkışlacık halkının itirazları ve yargı başvuruları ise sürüncemeye bırakılmış durumda. Anayasa Mahkemesi’ne kadar taşınan yargı süreci devam ederken günlerdir Kıyıkışlacık sahilinde deniz tabanının büyük bir gürültüyle kazınmasının sesleri yükseliyor, Güllük Körfezi’nin dört bir yanına.
TURİZM BÖLGESİ İZMİT KÖRFEZİ’NE DÖNECEK
Gülük Körfezi’nde kafes balıkçılığına karşı epeyce tepki oluşmuştu. Ayrıca bölgedeki zeytinyağı tesislerinin atık sularının körfez için önemli bir kirletici olduğu da biliniyordu. Bu bölge turizm için de önemli. Hemen güneyinde Bodrum Güvercinlik, Göltürkbükü, Torba ve Yalıkavak kıyıları yer alıyor. Mevcutta bölgede turizm, endüstriyel balıkçılık ve kıyıdaki diğer faaliyetler zaten büyük bir rekabet içinde. Geçmişte turizm sektörü büyük bir kampanya da yürüterek bu bölgedeki endüstriyel balıkçılık ve diğer deniz sektörlerinin kıyıdan uzaklaştırılmasını sağlamıştı. Ancak bugün Güllük Körfezi’ndeki devasa yük gemilerine bakıldığında, yıllık 3,5 milyon ton yükleme yapılacağı öngörülen yeni limanla birlikte körfezin İzmit Körfezi’ne dönüşme riskiyle karşı karşıya kalacağını söylemek mümkün.
‘ZAMANLA DÜZELİR’ DENİLEREK BÖLGENİN GELECEĞİ KARARTILIYOR
Akıntı sisteminin yavaş olduğu bilinen, nispeten sığ ve kapalı bir körfez olan Güllük Körfezi’nde biriken kirleticilerin, Bodrum’un kuzey kıyılarındaki turizmi nasıl etkileyeceği, bu kıyılarda denize girilip girilemeyeceği hiç tartışılmıyor. Tamamen varsayımlara dayalı ve riskleri ‘alınacak önlemlere’ havale eden ÇED raporlarıyla bir bölgenin geleceği göz göre göre karartılıyor. Maden limanı ÇED raporunda, deniz içinde planlanan çalışmaların deniz ekosistemine olan etkilerinin ‘geçici’ olduğu savunularak, tahribatlar ‘zamanla düzelir’ deniliyor. Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz uzmanlar ise bunun tam tersini savunuyor. Geçmişte Akdeniz’in doğal ve sağlıklı deniz çayırları topluluklarının da bilimsel gerçeklerin göz ardı edilmesiyle yok olduğu gerçeğini anımsatan uzmanlar, şu bilgiyi aktarıyor:
DENİZ ÇAYIRLARI AKDENİZ’İN ÇOĞU BÖLGESİNDE TAMAMEN YOK OLDU
“Sağlıklı ekosistemlerin gösterge türlerinden olan Posidonia oceanica deniz çayırlarının derinlik dağılımı denizlerde güneş ışığının fotosentez yapmalarına elverişli olduğu 40 metre derinlikle sınırlıdır. Fakat ne yazık ki Akdeniz'de kirlilik nedeniyle suyun berraklığı da azalmakta ve kuvvetli ışığa gereksinim duyan deniz çayırlarının da dağılımı gün geçtikçe daralmaktadır. Su kalitesi parametrelerindeki değişimler de yine deniz çayırlarının gelişimini sınırlandıran faktörler arasında olduğu için bulundukları bölgelerdeki insan faaliyetlerinin artmasıyla Akdeniz'in çoğu bölgesinde tamamen yok oldukları kaydedilmiştir.
ETKİLER LOKAL BİR ALANDA SINIRLI KALMAYACAK
Deniz çayırlarının yok olduğu veya azaldığı bölgelerde plantasyon çalışmaları da ne yazık ki başarılı olmamıştır. Dolayısıyla deniz çayırı ekosistemleri Akdeniz'de milyonlarca yıllık süksesyon sonucu ortaya çıkan klimaks ekosistemlerdir, yani bir ekosistemin gelişiminde ulaştığı en son ve en kararlı durumdur. Deniz çayırlı ekosistemlere ulaşana kadar Akdeniz, ardışık birçok değişimlerden geçmiş ve sonunda klimaks evresinde denge oluşturmuştur. Ortam koşulları sabit kaldığı sürece uzun süre devam edebilecek bu sağlıklı ekolojik dengeyi korumak, geleceği korumaktır. Dolayısıyla bölgede var olan deniz çayırlarının liman inşaatı sırasında deniz içinde yapılacak tarama çalışmaları sonrasında tekrar bölgede görülmesini beklemek akla mantığa aykırıdır. Bu etkiler öyle lokal bir alanda da sınırlı kalmayacaktır.”
‘TAM BİR AKIL TUTULMASI’
Deniz taraması ve deniz içi faaliyetleriyle dipte birikmiş olan organik madde ve kirleticilerin nispeten kapalı olan Güllük Körfezi’nin tamamının su kalitesi parametrelerini uzun süreli olarak etkileyeceğinin altını çizen uzmanlar, şu görüşleri dile getiriyor: “Akıntı hızının da az olduğu zaten raporda da belirtildiği ortadayken, bu süspanse olan kirleticilerin deniz yaşamı üzerinde uzun süreli ve geri dönüşü olmayacak etkiler yaratacağı aşikârdır. Bu olumsuzluklardan ne yazık ki diğer deniz sektörleri de olumsuz etkilenecektir. Doğal deniz ekosistemine olan etkilerin, halk sağlığını veya balık çiftliklerini etkilemeyeceği düşünülemez. Onlarca yıldır kendi içinde alan rekabeti olan ve her birinin varlığı ve kazancı direkt olarak sağlıklı deniz ekosistemine ve deniz suyu parametrelerinin iyi olmasına bağlı olan turizm, balıkçılık ve balık yetiştiriciliği sektörlerinin tüm yatırımlarının üzerine adeta dinamit atılacaktır. Bunca yıldır toplumun ve bilim insanlarının en iyi koruma ve kullanım dengesini sağlamak için gösterdiği çaba ve hassasiyetin üzerine de dinamit atılmaktadır. Güllük Körfezi ve Dalyanı'nın mevcut ekolojik sorunlarının raporda ele alınış ve yorumlanış biçimi ise yine tam bir akıl tutulmasıdır.”
BÖLGE HALKI VE YERLEŞİK TÜM SEKTÖRLER HİÇE SAYILIYOR
Bölgedeki mevcut sorunların yoğun antropojenik baskıdan kaynaklandığına da işaret eden uzmanlar, liman projesiyle ilgili ÇED raporunda yer verilen “bizden önce zaten kirlenmişti” tarzı yaklaşımlara da eleştiri getirerek şu görüşleri dile getiriyor: “Hâlihazırda bölgenin taşıma kapasitesinin üzerine çıkan bir kullanım baskısı vardır zaten. Bu durumu düzeltmek ve ekosistem restorasyonunu öne alan tedbirleri hedeflemek yerine mevcut durumu ‘zaten kötü, zaten kirlenmiş’, ‘bakın bizim faaliyetlerimiz öncesinde de kirletilmiş, bozulmuş’ şeklinde yorumlayarak sunmak, bölgenin geri dönüşü olmaz biçimde tek bir sektörün kullanımına terk edilmesine yol açacaktır. Bu tüm bölge halkını ve tüm yerleşik sektörleri hiçe saymaktır.
‘ETKİLER TAHMİN DEĞİL, DENEYLERLE ORTAYA KONMALI’
Bu tür deniz içinde kalıcı değişim ve tahribatlara yol açacağı kesin olan proje ve faaliyetlerin gerçek denizel çevre etki değerlendirmesini yapmak için hem etkilencek bölgenin genişliğini ortaya koyacak akıntı ve süspanse materyal dağılım ve çökelim simülasyonlarını ortaya koymak ve uzun süreli tahminler yapmak gerekir. Bu projeksiyonlara göre de etkilenecek bölgelerdeki deniz canlılarının nasıl etkileneceğini belirlemek gerekir. Bentik deniz formlarının bölgeden çekilmeleri halinde tekrar süksesyonun nasıl gelişeceği tahmin değil, deneylerle ortaya konulmalıdır. Tahmin yapmak ve görüş bildirmek için bilim insanı olmaya gerek yoktur. Bilimsel gerçeklik ölçerek, modelleyerek, simülasyon ve deneyler yaparak ortaya çıkar. Çevresel değişimlerin canlılar üzerine etkilerini saptamak için de, tahminler yeterli değildir. Zira bir ekosistemin bileşeni olan canlı ve cansız unsurların birbirleriyle etkileşimi ancak iyi bir gözlem ve yerinde raporlamayla mümkündür.
‘BAKANLIKLARIN HEDEF VE ÖNCELİKLERİNE DE AYKIRI’
Bu amaçla türlerin biyolojilerini, ekolojilerini çok iyi bilmek ve süksesyon deneyleri yapmak gereklidir. Akdeniz'de yapılan süksesyon çalışmalarında da ne yazık ki insan etkisiyle oluşan yeni ortamlarda yabancı istilacı türlerin hızla arttığını ve yerli türlerin buralarda yerleşemeyip kaybolduğu bildirilmektedir. Yani bozulan her doğal ekosistemin bize yabancı istilacı türlerin artış göstereceği yeni habitatlar yaratacağı aşikârdır. Özellikle yabancı türlerin limanlarda ki varlığının ve bolluğunun daha fazla olduğu tüm dünya denizlerinden iyi raporlanmış bir gerçekliktir. Bu haliyle Çevre ve Tarım bakanlıklarımızın denizlerimizde yabancı istilacı türlerle mücadele projelerine harcadıkları efor, zaman ve para düşünüldüğünde, bu proje yabancı türlerle mücadelede doğal ekosistemlerin korunması gerekliliği hedefiyle ülke çıkarlarına, hedef ve önceliklerine de aykırıdır.”