Erkin Koray’ın anısına…
Aslında, ilk Uğur Mumcu ile başlamıştı da, ben henüz onu anlayacak yaşta değildim.
24 Ocak 1993.
Beni ben yapan isimlerden birisinin artık aramızda olmayacağı düşüncesi.
O günün koşullarında Uğur Mumcu’nun ölümü, ideolojik olarak canımı çok yakmıştı.
Ardından Aziz Nesin.
6 Temmuz 1995.
O da Uğur Mumcu gibi, büyük bir bölümü ideolojik, kalan kısımları ise edebiyatın yaşadığı kayba
öfkeyi içeriyordu.
Çünkü bu isimler, beni siyasal, kültürel olarak var eden isimlerdi ve artık olmayacaklardı. Bu
düşünceye alışmak çok da kolay değildi.
Tarihimden birisinin yaşamımdan çıkışının ne demek olduğunu ilk hissettiğimde, Erzurum
Orduevi’nde askerdim. Orduevinin barında canlı müzik yapıyordum.
17 Kasım 2000.
Her sabah, mutat olduğu üzere, çay sigara keyfini yaparken gazetede görmüştüm Ahmet Kaya’nın
ölüm haberini. Yurdundan inlerce kilometre uzakta, Fransa’da yaşamını kaybetmişti.
Yine içim çok acıdı.
Ama bu sefer bir fark vardı. Zira, acım, ideolojik ya da sanatsal bir öfkeden kaynaklanmıyordu.
Doğrudan, kendi tarihimden çıkan bir acıydı bu. Çünkü Ahmet Kaya, benim 14 – 15 yaşlarımda,
kimliğimi oluşturma sürecimde, Uğur Mumcu’nun gazete yazıları, Aziz Nesin’in kitapları gibi müziği ile
var olmuş, benim hamuruma su katmış bir isimdi. Tıpkı Arif Sağ ve diğerleri gibi.
Bu nedenle, Ahmet Kaya’nın ölüm haberinin ardından, tarihimin biraz bulanıklaştığını, beni
oluşturanların yaşamdan eksilmesi ile kendimin de, tarihimin de eksildiğini hissetmiştim. İşte buna
içim çok acımıştı. Aslında kocaman bir bencillikti benimkisi. Üzüldüğüm Ahmet Kaya’nın ölümü değil
de, Ahmet Kaya’sız benim ne olacağım sorusuydu. Ama ne yapayım? Hissettiğim buydu işte.
Sonra…
Sonrasında, birbiri peşi sıra geldiler. Attila İlhan, Ahmet Erhan, Alpaslan Işıklı, Bünyamin Fani, Mustafa Kemal Dok…
Her birisi gidiyordu gitmesine ya, giderken de benden bir şey götürüyorlardı.
Bugün Erkin Koray’ın ölüm haberi ulaştı.
Artık biliyorum. İçimdeki acı, ne ideolojik kaygılardan, ne sanatsal eksilmelerden.
Sadece ve sadece kendimden.
Bendeki eksilmeden.

Kendisi bilsin ya da bilmesin, tarihimde ayak izi olup da her giden, beni de biraz daha bulanıklaştırıyor; beni de biraz daha tarihsiz bırakıyor.
Sanki tarihimin tanıkları olmazsa, ben olmayacakmışım gibi duygu oluşuyor.
İşte bu yüzden dostlar, giden tek başına kendisi gitmiyor, benim de bir parçamı yanında götürüyor.