İki gündür İspanya’dan gelen görüntüler ülkenin doğu ve güneyindeki sel felaketinin ürkütücü boyutlarını yansıtıyor. Aşırı yağışların ardından yaşanan seller, Valensiya başta olmak üzere büyüklü küçüklü birçok kentte yaşamı felç etti. Ajansların geçtiği haberlerde, ölü sayısının yüze yaklaştığı belirtiliyor. Ancak sel felaketinin neden olduğu can kayıpları ve yarattığı maddi hasarlarla ilgili gerçek rakamlara ulaşmak enkazın kaldırılmasının ardından mümkün olacak…
Geçmişte Hindistan, Uzakdoğu, Güney Amerika ve kimi Afrika ülkelerinde yaşanan sel felaketleri artık dünyanın hemen her bölgesinde yaşanır oldu. Yaşananları “İklim krizi” olarak niteleyen de var, iklim değişikliği ya da aşırı iklim olayı diyen de var. Her üç tanımı kullanmak da mümkün ancak bütün bunların arkasındaki asıl nedenin hatalı arazi kullanımı ve aşırı müdahaleler yüzünden insan eliyle yaratılan bir sorun olduğunu görmezden gelmek doğru değil.
İNSANIN SORUMLULUĞU GÖRMEZDEN GELİNİYOR
Günümüz insanının her duygusal dalgalanmasını bir kriz olarak gören anlayış, doğayı da benzer şekilde kodlayarak sorunu yalıtmanın yollarını buluyor. Yaşanılan sorundaki insanın sorumluluğunu ve katkısını görmezden gelmeye yarayan bu anlayışla yüzleşmeden adına kriz denilen yıkımlar da, bu yıkımlara neden olan krizler de bitmeyecek. Üstelik bu kendini kandırma yöntemiyle daha da büyüyecek.
DOĞAYA KURBANLAR SUNMAKTAN DOĞAYI KURBAN ETMEYE GİDEN YOL
Tarihin hiçbir döneminde dünya üzerinde bu kadar nüfus aynı anda yaşamadı. Kentler hiçbir zaman bu kadar kalabalık olmadı. Yeryüzü hiç bu kadar doğal olmayan yollardan tahribata uğramadı. İnsan hiç bu kadar kendisini yeryüzünün efendisi olarak görmedi. Doğa karşısındaki yetersizliği ve çaresizliği yüzünden göklere, sulara, ağaçlara, dağlara kurbanlar sunan insan bu ezikliğini üstünden attıkça geçmişte kurbanlar sunduğu her şeyi bizzat tüketim tanrısına kurban etmeye başladı.
TOPRAK HİÇ BU KADAR YORULMADI
Tarihin hiçbir döneminde yeryüzünün hiçbir kentinde bir gün içinde milyonlarca insan oradan oraya hareket etmedi. Ne havada, ne karada, ne de denizde hiçbir zaman bu kadar yoğun bir trafik olmadı. Toprak, hiçbir zaman bu kadar sürülüp yorulmadı; gökyüzü ve deniz bu kadar kirletilmedi…
ADETA BİR SAVAŞI YAŞIYORUZ
Bugünün insanını fırtınaya, yağmura ve sele karşı dayanıksız kılan en önemli nedenlerin başında, yine insan eliyle oluşturulan kentler geliyor. Milyonlarca insan bir araya toplanarak, adeta birer toplama kampına dönüştürülen kentlerde güvencesiz şekilde otomobillerin içinde, alt geçitlerde, köprü parmaklıklarında, tıkanan yollarda ve hatta evindeki koltuğunda televizyon seyrederken feci biçimde can veriyor. Adeta bir savaşı yaşıyoruz…
AKILLI KENT PROJESİ VALENSİYA’YI KURTARMAYA YETMEDİ
İspanya’dan gelen görüntüler de öyle. Üst üste yığılmış otomobiller, botlarla kurtarılmayı bekleyen, çaresizliğin yüzlerinden okunduğu insanlar ve ‘akıllı şehir’ diye yaldızlanıp pazarlanan Valensiya’da kent halkının yaşadığı dram. Bugün sokaklarından çaresizlik ve yıkımın fotoğraflarının yansıdığı Valensiya, AB desteğiyle yürütülen MAtchUP projesinin uygulandığı kentlerden biriydi. Ayrıntılar için: (https://www.matchup-project.eu/cities/valencia/)
ANTALYA’DA AKILLANDIRILMAK İSTENEN KENTLERDEN BİRİYDİ
Enerji, ulaşım ve altyapıda ‘akıllı kentler’ yaratmayı öngören projenin uygulandığı 5 kentten biri de Antalya’ydı: (https://www.matchup-project.eu/cities/antalya/?trad=1) Valensiya ve Antalya dışında Üsküp (Makedonya), Ostend (Belçika), Kereva (Finlandiya) ve Herzliya (İsrail) da projenin uygulandığı kentler oldu. Milyonlarca Euro’luk bütçelerin harcandığı MAtchUP projesi kuşkusuz iyi bir çözüm aracı olarak uygulandı ve projeye konu kentlerin geleceği için yıllarca emekler harcandı. Ancak projenin belki de en iyi uygulandığı kentlerden biri olan 787 bin nüfuslu Valensiya’da da yaşanan bu sonuç, sadece kentlerin akıllı olmasının yetmediğini de ortaya koyuyor. Akıllı kentlerden biri olarak ortaya konulan ve Valensiya’nın neredeyse 4 katına yakın nüfusa sahip olan Antalya’nın da trafikten altyapıya, enerjiden ulaşıma yaşadığı sorunlar ortada. Geçen yıl yalanan sellerin neden olduğu can ve mal kayıpları da henüz hafızalardaki tazeliğini koruyor.
AKILLI KENT PROJESİNDEN EN ÇOK YANDAŞ MÜTEAHHİT YARARLANDI
Antalya’da AKP’li Menderes Türel’in başkanlığı döneminde uygulamaya konulan, CHP’li Muhittin Böcek döneminde ve bir yıl gecikmeli olarak tamamlanabilen MAtchUP projesinin tüm kente yayılması yerine özellikle Sur Yapı’nın Kepez Santral Mahallesi’nde uyguladığı kentsel dönüşüm projesine monte edilmesi, niyet ile akıbet arasındaki farkı sonuca yansıtsa da yaşananları sorgulama iradesi anahtar teslim törenlerinde siyasilerin attığı nutuklar arasında kaybolup gidiyor. Konuyla ilgili arşiv yazımız için: Akıllı Kent projesi kimleri zengin etti, kimleri ağlattı?
KRİZ İKLİMDE DEĞİL, BU DÖNEMİN YÖNETİM ANLAYIŞINDA
Kriz, iklimde ya da coğrafyada değil. Bu dönemin yönetim anlayışında. Merkezi idareden yerel yönetimlere hemen her yerde benzeri moda cümlelerin kullanılmasıyla krizin çözüleceği sanılıyor. İçinden inovasyon, sürdürülebilir, yaşanabilir, dirençli, akıllı, katılımcı, yönetişim gibi kelimelerin geçtiği projeler özellikle yerel yönetimlerin elinde birer ihale kalemine dönüşüyor. Günümüzde beton ve imar rantının siyaseti finanse ettiği kentlerde ‘akıllı’ projeler uygulamak yerine, akıllı insanların yönettiği kentleri finanse ederek doğaya saygılı yaşam alanları etmek daha önemli hale geliyor.
YURTTAŞ KANE’DEN, VATANDAŞ RIZA’YA KENTLİ İNSANIN DRAMI
Araplar için şehir Medine’ydi. Şehirli de medeni. Eski Yunanda poli ve politikon, yakın çağda city ve citizen… Orson Welles’in 1941’de çektiği Citizen (Yurttaş) Kane filmi de, Cüneyt Arkın’ın 1971’de çektiği ‘Vatandaş Rıza’ filmi de devlete yaslanarak kentlerde örgütlenen çıkar gruplarına karşı yurttaşın yaşadığı sorunlara odaklanır. Kentlerin, henüz ‘iklim krizi’ gibi moda tanımlarla açıklanan felaketlere maruz kalmadığı dönemlerde sosyal ve siyasi çatışmalarla kapitalist yıkımın çevre üzerindeki saldırılarına hazırlanıyordu. Boşaltılan kırsal yaşam alanları, nüfusun kentlerde yığılmasıyla 1990’lardan sonra tamamen şirketlerin eline teslim edildi. Nehir vadileri, ovalar, dağlar, ormanlar, kıyılar, zeytinlikler, meralar…
KENTTE SEMİRİP KIRDA YAĞMALAYAN RANT CANAVARLARI
Kentin oligarşik yapısına karşı hakkını arayan vatandaş Rıza’nın torunları artık aynı kodamanların semirtilmiş torunları ve yeni türeyen çağdaşlarına karşı dağlarını, ormanlarını, derelerini ve yaylalarını koruma savaşımı veriyor. İnsanın insan üzerindeki baskı kurma çabasının, insanın doğa üzerindeki baskı kurma çabasından beslendiğini anımsayan anlayış bugün hem kentte hem de kırsal alanda oyun kuruyor. Bu yüzden Kaş’ın ormanları, Gazipaşa’nın sahilleri, Ege’nin zeytinlikleri, incir bahçeleri ve üzüm bağları, Karadeniz’in dereleri ve yaylaları, Torosların suları, Doğu Anadolu’nun meraları, Konya’nın ovaları aynı oyun kurucular tarafından yağmalanıyor. Kentte semirtilen rant canavarları kırda yağmalıyor.
VALENSİYA’DAN YANSIYAN FOTOĞRAFLAR BİZE NE ANLATIYOR
Valensiya’dan yansıyan fotoğraflar bize bir kez daha kent ve kentli kavramının sorgulanması gerektiğini söylüyor. Sorumluluk duygusu siyasiler eliyle yönlendirilerek yaşamın gerçekliğinden soyutlanan kent insanı, örneğin ‘geri dönüşüm’ ve ‘sürdürülebilirlik’ mitleriyle avutulabiliyor. Katılımcılık, yönetişim gibi başka sihirli kavramlar da hemen bir tür suç ortaklığı aracı olarak devreye sokuluyor: Biz birlikte yaptık, biz birlikte yaparız! Birlikte yapa yapa, kent suçlarına ortak ola ola, yağmaya seyirci kala kala; bu yıkımlara karşı isyan edecek ve kentleri yıkımın pençesinden kurtaracak ortak tepkiyi üretecek pek kimse kalmıyor sonuçta…
ÇEVREYİ VE İKLİMİ ŞEHİRCİLİK SİYASETİNE MONTE ETMEK
‘Kriz’ kelimesi, bugünün yönetim anlayışı için adeta bir illüzyon aracı gibi. Önce çevreyi, ardından da iklimi beton rantının yönetilip dağıtıldığı ‘şehircilik’ yönetiminin içerisine monte eden siyasi zihniyet, aslında çevrenin de iklimin de yaşadığı sorunların nedeni olan obez kentlere onay üretmeyi başarıyor. Oysa çevrenin de iklimin de ayrı ayrı bakanlıklar olarak örgütlenmesi, her iki alanı da şehirciliğin yıkıcı etkilerinden koruması ve tıpkı deprem gibi günümüzün bir gerçekliği olan iklim konusu da planlamanın ve mimarinin asli unsuru olmalıdır.
KIRSAL ZAYIFLATILDIKÇA KENTLER OBEZLEŞTİRİLDİ
Türkiye’nin nüfusunun dörtte biri ülkenin en küçük coğrafi bölgelerinden biri olan Marmara Bölgesi’ne yığılırken, ülkenin en büyük coğrafi bölgesi olan Doğu Anadolu’da ülke nüfusunun yaklaşık 20’de biri yaşıyor. Türkiye’de nüfusu 1 milyonun üstünde olan kentlerin sayısı 25’i buldu. Büyükşehir olma kriterinde nüfus sayısı düşürüldükçe büyükşehir statüsü olan kentlerin sayısı arttı. İl olmak isteyen ilçelerin sayısı da aynı şekilde artıyor. Sorun iklimde değil. Kentleri hasta edene kadar obezleştiren yönetim anlayışında. Kırsal yaşam zayıflatıldıkça, kentler obezleştirildi. Üretimi, hizmeti ve yaşam kalitesini olabildiğince eşit biçimde kentlere dağıtmadığınız sürece bu kısır döngü sürüp gidecek.
KRİZ İKLİMDE DEĞİL, FİKRİNDE!
Ortaçağ döneminde bile hızla yeni kentler kurup mevcutları tahkim ederek üretimi ve ticareti, yaşamı organize edebilme yeteneği olan Selçukluların, “şenlendirme’ adı verilen nüfus hareketleriyle fethedilen şehirlerde yaşamı örgütleyen Osmanlıların torunları bugün siyasi görüşü fark etmeksizin büyük kentlerdeki beton ve imar rantına sıkışıp kaldı. Çözüm kentlerdeki nüfusu seyreltmekten, üretimi ve yaşamı insan ve doğa odaklı olarak yeniden örgütlemekten geçiyor. Çünkü asıl büyük kriz iklimde değil, fikrinde!