Resmi kutlamaların, kutlanılan değeri ya da olayı özünden kopararak başka bir kimliğe büründürmesi gerçeği Türk mimarlık tarihinin ulu çınarı Mimar Sinan anmasında da karşımıza çıkıyor. Son yıllarda 9 Nisan tarihi “Mimar Sinan’ı Anma ve Türkiye Mimarlar Günü” olarak kutlanıyor. Ancak Mimar Sinan’ın ne doğum günü kesin olarak belli, ne de ölüm tarihi 9 Nisan. Toplumsal belleğin her dönemin genel geçer iktidar diliyle yeniden biçimlendirildiği ancak organik bir karşılığı olmayan günlerden birine dönüşen 9 Nisan, devletin ve ilgili zevatın Mimar Sinan’a ilişkin sis perdesini kalınlaştırmaktan başka bir anlamı olmayan yasak savıcı kutlamalarla geçiştiriliyor.
BANİLERİN KUTSANDIĞI TOPLUMDA USTALIK GÖLGEDE KALIR
Çoğunluğu Osmanlı padişahları olan mimar başının eserlerinin banilerinin yaşamlarının sayfalarca aktarıldığı resmi tarihin satırları arasında gerçek kimliği kaybolup giden Koca Sinan, belki de en büyük kötülüğü bu zihniyetin indirgemeci bakış açısından görüyor. Kutlama ve anmalarda Sinan’ın ustalığının eseri olan görkemli mimarisiyle göz kamaştıran camiler, köprüler, külliyeler ve bunları yaptıran sultanların ihtişamlı yaşamları öne çıkarken, Sinan’ın kimliği bu toz duman arasında kaybolup gidiyor. Çünkü Osmanlı tarih yazıcılığı olayların özünden çok, olayların geçtiği dönemin muktedirlerinin ululaştırılması üzerine kurgulanıyor.
SİNAN’A YAPILAN BÜYÜK HAKSIZLIK
Sinan’ı yaratan coğrafya, kültürel ortam ve değerler bir kenara itilirken, o dönemin muktedirlerinin yaşamları ve yapıp ettikleri daha çok öne çıkarılıyor. Bu yüzden Sinan’ın ne doğum tarihi net olarak biliniyor ne de öldüğü gün hakkında uzlaşılmış bir bilgi var. 9 Nisan’ı Sinan’ın ölüm yıl dönümü olarak kabul edip anma günü organize ediliyor ancak kimi kaynaklarda da öldüğü gün olarak 17 Temmuz 1588 tarihi kayıtlı. Türkiye’de tarih konusunda büyük oranda hamaset ve siyasete yaslanan tarih yazıcılığının, bu toprakların en büyük değerlerine bile ne kadar büyük haksızlık yaptığının örneklerinden biri de Mimar Sinan’dır.
SİNAN’IN MİMARBAŞILIĞA GİDEN YOLU NERELERDEN GEÇTİ?
Peki, onca eseriyle hala aramızda yaşayan, adı çok konuşulsa da gerçek kimliği hakkında resmi söylemlerin dışında pek fazla bir şey konuşulmayan koca mimar kimdir. Nerede doğmuş, nasıl yaşamış ve yaşamı nasıl şekillenmiş, üç kıtaya hükmeden Osmanlı’nın en kudretli döneminde imparatorluğun mimarbaşı olmuştur?
KAYSERİ’NİN AĞIRNAS KÖYÜNDEN SARAYA UZANAN YOLUN SIRLARI
Bu sorulara sağlıklı yanıtlar vermek ne yazık ki kolay değil. Ancak verili yayınlarda ortaya konulan bilgilere göre 1490’da Yavuz Sultan Selim döneminde Kayseri’nin Ağırnas köyünde yaşayan Rum bir ailenin çocuğu olarak doğan Mimar Sinan’ın 1588’de öldüğü belirtiliyor. Sinan’ın ömrünün son dönemlerinde Mustafa Sai Çelebi’ye yazdırdığı bilinen “Tezkiretü’l-Bünyan” ve “Tezkiretü’l- Ebniye” adlı kitaplar, mimar başının anılarından oluşuyor. Ancak bu otobiyografik metinler de yazıldığı dönemin geleneği ve atmosferinin diliyle Sinan’ın kimliğini oluşturan ayrıntılardan çok, Sultanın emir ve buyruklarına ve onun baniliğinde yapılan eserlerin yapılış öykülerine odaklanıyor.
SİNAN’IN KAYSERİ’DEKİ HIRİSTİYAN AKRABALARI
Doğan Kuban’ın ‘Osmanlı Mimarisi’ kitabında Koca Sinan’ın ölüm tarihine ilişkin 1587/88 tarihi veriliyor. Doğum tarihinin kesin olarak bilinmediğini de ekliyor. Bu yüzden Sinan’ın 100 yaşına kadar yaşadığına ilişkin söylenenlerin rivayetten öteye gitmediğini aktarıyor Kuban. Sinan’ın Kayserili olduğunu kesin olarak gösteren belgenin, Hassa Mimarbaşı olduğu dönemde Sultan’a gönderdiği ariza (bir tür dilekçe) olduğunu kaydeden Doğan Kuban’ın adı geçen kitabında konuyla ilgili verdiği bilgiler kısaca şöyle:
“Burada Sinan, Ağırnas adlı köy halkından akrabalarının Kıbrıs’a gönderilmemelerini istemektedir… Sinan, kardeşinin çocuğunu İstanbul’a getirterek Müslüman yaptığına ve köyün diğer adları Rum adı olduğuna göre Sinan’ın da Rum devşirmesi olması gerekir. Sinan’ın bu bölge ile ilişkisi yaşamı boyunca sürmüş, köyünde bir çeşme yaptırmış, Gergeme köyünde bir değirmen sahibi olmuş ve Ağırnas civarında bir çiftlik almaya da teşebbüs etmiştir.
OSMANLI ORDUSUNDA 20 YIL SAVAŞTI, 40’LI YAŞLARDA BAŞ MİMAR OLDU
Bu belgeler Karaman vilayetine bağlı Kayseriyye Sancağının köylerinde Sinan’ın Hristiyan akrabalarının olduğunu göstermektedir. İstanbul’a gelen akrabaları da Rum adları taşımaktadır. Sinan 1522’de Yeniçeri olarak Kanunu’nin Sefer-i Humayunu’na katılmıştır. En az 20 yıl Osmanlı ordusunda savaşçı olarak görev yaptıktan sonra büyük bir olasılıkla askeri mühendis olarak da ustalığı ile tanındıktan sonra Sultanın baş mimarı olmuştur. Bu sıralarda yaşının kırklı yıllarda olduğu söylenebilir.”
BİR DAHA ONUN DÖNEMİNE ULAŞAMADI
Azerbaycan’dan Bağdat’a, İtalya’dan Adriyatik kıyılarından Orta Avrupa’ya kadar geniş bir coğrafyanın mimarisi ile tanışık olmasının Sinan’ın mimari görüş açısının gelişmesindeki önemin yadsınamayacağının altını çizen Doğan Kuban,
“Sinan’ın dünya mimarisine katkısı, kişisel ustalığını ortaya koyan sayısız küçük yapı ve ayrıntılardan çok, cami yapılarında büyük açıklıklı kubbe ile örtülü strüktürlere (yapılara) getirdiği özgün tipolojilerde ve onların estetik tasarımlarındadır. Sultanlar için yapılan büyük camilerle birlikte planlanan sosyal hizmet içerikli yapıların oluşturduğu külliyeler de, İstanbul’da Fatih Sultan Mehmed’in büyük öncü külliyesinden sonra Sinan’ın yapılarıyla yaygın bir kent ve mimari kavram olarak benimsenmiş, fakat onun dönemindeki boyutlara bir daha ulaşamamıştır” görüşünü aktarıyor.*
SİNAN’IN KİMLİĞİ NEDEN YAPTIĞI CAMİLER KADAR BİLİNMİYOR?
Anadolu, Trakya ve Balkanlar’da yüzlerce mimari eserde imzası bulunan Türk mimarlık tarihinin Erciyes’i Sinan’ın kişisel yaşamıyla ilgili bilgilerin yaptığı cami ya da köprüler kadar kesinlik içermemesi, tarih yazıcılığının sultanları ve banileri ululama, onların yaptırdığı eserlerde imzası olanların da önemsiz birer ayrıntı olarak görülmesi anlayışının sonuçlarından biri. Kuşkusuz bunda doğu geleneğinin bir parçası olan, imza sahiplerinin tevazuyu bir erdem olarak görmelerinin de etkisi olabilir, ancak her ne olursa olsun örneğin Selimiye Camii’nin her milimetresinin ayrıntılarının bilinirliği kadar onu inşa eden ustanın yaşamının ayrıntıları da bilinmeli.
ETNİSİTE TARTIŞMALARININ GÖLGESİNDE KAYBOLAN KAFATASI
Mimar Sinan’ın kimliği üzerindeki sis perdesi, Osmanlı döneminin bir gerçeği olan ‘devşirme’ geleneğinin, zamanla etnisite tartışmalarına konu edilmesiyle de ilgilidir. Mimar Sinan’ın Rum kökenli mi, yoksa Ermeni mi olduğu tartışmaları, 1935’te kafatasının incelenmesi için devlet eliyle türbesinin açılmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak sonraki yıllarda Süleymaniye Camii’nin duvarına bitişik olan türbede yapılan yenileme çalışması sırasında Sinan’ın kafatasının yerinde olmadığı ortaya çıkmıştı. Bir ülkenin mimarlık tarihinde altın çağ denilebilecek bir dönemin baş aktörünün sırf etnik tartışmaları sonlandırmak uğruna böylesine bir skandala konu olması, başta devletin olmak üzere tüm toplumun utancı olmalıdır.
SİNAN’IN DOĞDUĞU TOPRAKLARDAYIZ…
Sinan’ın doğduğu köy olan Ağırnas, bugün Kayseri’nin Melikgazi ilçesine bağlı bir kasaba. Sinan’ın öyküsünün başladığı bu köyü ve onun doğduğu ev olarak bilinen mekânı görmek için yola düştük… Ağırnas’ı, yakın yerleşimler olan Talas, Gesi, Kayabağ (Darsiyak), Bürüngüz ve Tavlusun gibi incelikli mimarinin izlerini taşıyan yerleşimlerle birlikte ele almak gerekir. Orta Anadolu’nun en yüksek zirvesi olan Erciyes’in volkanik faaliyetinin mirası olan bölgenin taş işçiliği, Sinan’ın içine doğduğu coğrafyada şiir gibi bir mimari gelenek yaratmış. Bir insanın kimliğini belirleyen en önemli dönemin çocukluk ve erken gençlik yılları olduğunu düşünürsek bu bakımdan Sinan’ın yaşamının ilk dönemine ev sahipliği yapan ve bir bakıma onu biçimlendiren coğrafyayı ve sosyo-kültürel ortamı göz ardı edemeyiz.
AĞIRNAS’TAKİ KÜLTÜR MİRASI ETNİK TARTIŞMALARI BOŞA ÇIKARIYOR
Ağırnas’ta Sinan’ın doğduğu ve 22 yaşına kadar yaşadığı ev olarak bilinen yapı, ÇEKÜL Vakfı’nın öncülüğünde yürütülen çalışmalarla müzeye dönüştürüldü. Prof. Dr. Metin Sözen ve ekibinin değerli çabalarının ürünü olan proje kapsamında Sinan’ın evi ile bununla ilişkili 5 ev kamulaştırıldı. ‘Mimar Sinan Evi’ ve bağlantılı yapılar bugün Ağırnas’a gelen ziyaretçilerin en önemli uğrak yeri. Mimar Sinan Evi’nin sorumlusu Ahmet Bektaş, hem müze evi hem de köyü anlatıyor ziyaretçilere. Sinan’ın doğduğu evin hem mimarisi hem de geçmişi, yukarıda kısaca değinilen kısır etnisite tartışmalarını boşa çıkaracak bir kültürel sürekliliğe kapı aralıyor. Üç katlı olan evin bodrumuna inildiğinde, tıpkı Kapadokya Bölgesinde bulunan yer altı şehirlerini andıran mağaralarla karşılaşıyorsunuz. Birden duvar ustalığının ve taş işçiliğinin yerini “kaya oyma” sanatı alıyor. Ancak evin altındaki bu mağaraların geçmişi binlerce yıl geriye gidiyor. Yiyecek depolama ve belirli dönemlerde yaşam alanı olarak kullanılan bu mağara-konutların karınca yuvaları gibi birçok başka evle bağlantılı olduğu söyleniyor.
HALKLARIN DEĞİL, COĞRAFYANIN MİMARİSİ
Özetlemek gerekirse, yerin üstünde görünen evler, tıpkı ağaçların toprak altındaki kökleri gibi yer altında da başka bir mimariye açılıyor. Mağaralardan yukarıya doğru çıktıkça, tonozlu ve kemerli yapılar, onun üstünde ise katman katman günümüze doğru ilerleyen bir yapı kültürü göze çarpıyor. Belki de bir kısmı neolitik döneme kadar uzanan, Hitit, Pers, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı dönemlerini yaşayıp bugüne uzanan yapı kültürü, Sinan’ın nasıl bir yaşam ustalığının içine doğduğunu çok net biçimde anlatıyor. Binlerce yılda belki de yüz binlerce elin birbirine aktararak bugüne taşıdığı bu kültürün tek bir kimliğe indirgenmesi ne kadar boş ve yorucu bir tartışma. Oysa müzik ve yemek kültürü gibi mimari de halkların değil coğrafyanın belirleyiciliğinde sürüp gelmiştir…
AĞIRNAS’IN TAŞ USTALARI GELENEĞİ YAŞATIYOR
Mimar Sinan Evi’nden çıkıp Ağırnas’ın taş evlerinin arasından geçen sokaklarda dolaştığınızda ise bu çok katmanlı kültür mirasına ilişkin resim tamamlanıyor gibi. Köylüler Sinan’ın gençliğinde yaptığını söyledikleri çeşmeyi gösteriyorlar. Bazı evlerin önünde taş yontan, taştan yoğurt süzgeci yapan ustaları görmek umut verici. Kimi evlerin kapısı, kiminin penceresi işçiliğiyle insanı çarparken, çoğu evin çatı kenarlarını süsleyen aslan ya da at biçimindeki çörtenler taşla yazılan birer şiir gibi zamana tanıklık ediyor. Bazı yapılardaki ince taş işçiliğinin altında 1990’lara kadar uzanan tarih düşülmüş olması mimarideki sürekliliğin heyecan verici örneklerini oluşturuyor. Ürgüp, Göreme, Uçhisar, Ortahisar ve genel olarak Kapadokya’da görülebilen bu iç içe geçmiş yapı kültürünün binlerce yıllık zamanın akışını çarpıcı biçimde yansıtması dünyanın çok az köşesinde görülebilecek türden. Ziyarete açık yer altı şehrine de ev sahipliği yapan Ağırnas da bu önemli açık hava müzelerinden biri. Geçmişte bu köyde yaşayan taş ustalarının hala varlığını sürdürdüğünü görmek çok anlamlı. Sayıları azalsa da son zamanlarda kıymeti yeniden anlaşılmaya başlanan yöresel mimari ve yenileme girişimleri bu ustaların da hatırlanmasını sağlamış.
KOCA SİNAN’IN EN BÜYÜK USTASI ERCİYES’TİR
Taş, bu bölgenin kaderi. Katlanmak zorunda kaldığı koşulları umutla ve emekle yaşam ustalığına dönüştüren insanların coğrafyası burası. Dini, dili, inancı ne olursa olsun binlerce yıldır bu toprakların öyküsü hep benzer biçimde yazılmış. Coğrafyanın insanı, insanın kültürü biçimlendirdiği zaman akışının içinde kimlik bulan nice dehadan biri olan Koca Sinan’ın en büyük ustası Erciyes’tir. Tıpkı Ahlat’ın taş ustalarını sabırla yetiştiren bilgenin Süphan ve Nemrut dağları olması gibi, Erciyes ve Hasan dağları da Sinan gibi yüzlerce dahiye sessizce el vermiş, içlerindeki cevheri açığa çıkarmıştır. Bu yüzden Sinan’ı anarken ve onu anlamaya çalışırken bu toprakların insanına bu bütünlüğün fotoğrafını yansıtabilmeliyiz. Bu bütünlüğü anlatamadığımız sürece Anadolu’nun Erciyes gibi ulu dağlarının yeni Sinan’lara el vermesini beklemek hep hayal olarak kalacak…