Hayat kendini yenileyerek akan bir ırmaktır. Şeylerin hâlden hâle geçen sürekliliği…

Her doğum/doğuş, kendi içinde ölümü ve yok oluşu da taşır. Doğumla ölümün sarmalında zıtların birliği…

Bir adım daha gidersek, doğanın ve toplumun motor gücü değişimdir. Değişim, her yapıda gelişmeyi sağlarken kendi içinde yozlaşma ve çürümenin de virüslerini taşır.

Bunları bana düşündüren ise Handan Öztürk’ün son romanı “Mübadele” nedeniyle yapılan bir söyleşide söyledikleridir. (Cumhuriyet Kitap, 29 Ocak 2015, sayı 1302)

“Mübadele” sözcüğünün eş anlamlısı değişim… Handan Öztürk değişim hakkında şunları söylemektedir.

“Her değişim, her yenilik parayı, kapitali, malı mülkü kendi çemberi içine alır. Hatta bunun için yapılır o yenilik, o değişim. Ancak, insanlık bunu ulusal ve uluslararası normlara oturtarak yapar.

Bir de bunun yanında, bunları bile hiçe sayarak yağmalayanlar çıkar ortaya. O değişimi, dönüşümü fırsatçılığa dönüştürenler… Kurulmaya çalışılan o yeni ahlak çemberinin içinde

yeşermeye başlayan ilk kurtçuklar ki onlar aynı zamanda o yeninin eskimesinin sağlayan ilk dinamikleri oluştururlar. Yeninin ilk virüsleri… Zira yeni dönemin ahlakı, doğrularıyla birlikte o

döneme ait ahlaksızlığın öncüleri de harekete geçer. Bu anlamda ahlakla ahlaksızlık, her daim yan yana olur. Ancak önemli olan hangisinin ağırlık kazandığıdır. Ahlaksızlığın serpilip ağırlık

kazanmasıyla o yeni artık çürümüştür. Eski bir “yeni”dir. Ama hangi dönem olursa olsun, hangi “yeni”yi temsil ederse etsin birbirlerine çok benzerler. Tarihteki devrimleri okuduğunuz zaman da

hemen göze çarpar.”

Evet, hayatın motor gücü değişimdir. Her değişim kendi içinde olumluyu ve olumsuzu aynı anda taşır. Zıtların birliği… Yaşamla ölümün iç-içe yolculuğu…

Yaşamla ölüm arasındaki çelişmede ölüm öne çıktığında yeni bir değişim süreci başlayacaktır.

Cesedin çürüyüp dağılarak doğaya karışması…

Toplumsal süreçler de pek farklı değildir. Oluşan her yeni kendi yapısında eskinin izlerini taşır.

Hiçbir şeyin yoktan var olmazlığı…

Burada üzerinde durulması gereken bir başka dinamik ise sebep-sonuç bağlamında yaşanan

kesintisizliktir. Her sebep ve/veya sebepler bir sonuca ve/veya sonuçlara yol açarken bu sarmalı görmezden gelerek ve salt sonuçlar üzerinden yorumlar yapmak, ister istemez

yanılgılara yok açacaktır.

Toplumsal yaşam söz konusu olduğunda her değişim/mübadele bir sonuçtur. Bu değişimin bireysel yaşamlar üzerinde getirileri, sebep-sonuç bağlamı, bilerek veya bilmeyerek görmezden

gelindiğinde insanların tarih algıları bulanıklaşacaktır.

Bu ifade biçimi, kitlelerin algılarını yöneten küresel çetelerin psikolojik savaş yöntemidir.

Tarih, toplumlara artı ve eksileriyle öğretilmediği sürece, halkın kendisine yabancılaşması kaçınılmaz olacaktır.

Nasıl bireylerde hafıza kaybı diye bir şey varsa, aynı durum toplumlar için de geçerlidir.

Bir toplumu yönetenlerin tarihi gerçekleri görmezden gelmeleri ve/veya olguları çarpıtarak yansıtmalarının başat amacı, halkın iç ve dış egemen güçler tarafından kolayca yönlendirilmesini sağlar.