I

“Olmamışlık” hissi ve/veya düşüncesi bellekte kayıtlı ölçütlerle dış gerçeklik arasındaki

çelişkinin görülmesidir. “Tüh be!” rastlaşması…

Yaşanmışlıklardan yola çıkarak oluşan metnin salt yaşananın ifadesi olmaması ise sanatın

doğasıdır. Walter Benjamin, “Üretici Olarak Yazar” adlı çalışmasında sanatın/yazının eğilim

taşıması gerektiğini, ancak bir başına eğilimin sanat yapıtını oluşturmaya yetmediğini, nitelik ile

eğilimin birleştirilmesi gerektiğini vurgular.

II

İnsanın varoluşunu belirleyen, bilinci midir, yoksa tersine bilinci belirleyen varoluşu mudur?

Bu soruyu, yaşam koşullarının tinsel, sosyoekonomik ve sanatsal yapıları belirlediğini

söyleyerek yanıtlamamız mümkündür. Şüphesiz genlerimizden gelen yazılımın da altını

çizmeliyiz.

III

“Eskisi olmayanın yenisi olmaz” derler. Gerçekten de eski, yeninin taşıyıcı annesidir.

Marks’ın “Politik-Ekonominin Eleştirisi”nin önsözünde belirttiği gibi insanlar, “yaşamlarının

toplumsal üretiminde belirli, gerekli ve istençlerinden bağımsız ilişkilere girerler.” Üretim ilişkileri

olarak adlandırılan bu ilişkiler insanların “özdeksel (maddi) üretim güçlerinin belli bir gelişim

aşamasına denk düşer.” Bu üretim ilişkilerinin toplamı ise toplumun ekonomik yapısını

oluşturur.

Bu ifadeden bir adım yürürsek bir toplumsal yapı, onu yıkacak “bütün üretim güçleri gelişmeden

önce” yıkılmaz. Bir diğer deyişle yeni üretim ilişkileri, eski toplumun bağrında iyice oluşmadan

eskinin yerini alması mümkün değildir.

Bütün bu söylem, suyun deniz seviyesinde 100 derecede kaynamasına benzer. İnsanlık tarihini

okurken sömürgecilik ve emperyalizm aşamasından sonra yani işgal, yağma ve talan ile

toplumların kendi dinamiklerinin devre dışı kalmasıyla geçilen dönem, küresel sömürünün

dehşetinin, kendi kültürlerini (dilleri, inançları, sanatları vb.) yitirmiş, ötekileşmiş toplumların

trajedisidir. Bu nedenle çağımız hâlâ emperyalizm çağıdır ve baş çelişme ezilen toplumlarla

emperyalizm arasındadır.

IV

Önyargılar, insanın iç dünyasında örülmüş, düş işlemez duvarlardır. Hatta rüyalarımızın da

zindanıdır o duvarlar.

İnsanın kendisiyle ve hayatla yüzleşebilmesi bu düş işlemez duvarın yıkılmasıyla mümkündür.

G noktası mutluluğun, bu görünmez duvarın ardındadır.

Görünür veya görünmez duvarlarını önyargıların yıkmadan uzaklara gitmek, kendi gerçeğinden

kaçmak değilse nedir?

V

“Edebiyat, iç dünyayla dış dünya arasındaki gelgitleri, bağları, bağlantısızlıkları bir anlatı

kurgulayarak soruşturmak değil midir biraz da?” diye sorar Behçet Çelik, Gamze Akdemir ile

yaptığı “Yaşama arzusu yıkım hissi kadar güçlü” adlı söyleşisinde… (Cumhuriyet Kitap Eki, 22

Ağustos 2019)

VI

“Ne anladın dünyadan?” diye sorarlar ya Âşık Veysel’e, “Say ki” der, “Dolaştım bir Pazar yerini üç metrelik bez aldım da gidiyorum.”