Ahmet Rasim, Fatih Sarıgüzel’de 1864 yılında dünyaya gelir. Mutlakıyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet

dönemlerinin tanığı olmuş bir yazar ve musikişinastır. Öğrenimini Darüşşafaka’da (1875-1883) görür.

Zekai Dede’den ilk musiki derslerini alır. Zekai Dede’nin tavsiyesiyle Eyüp’te Bahariye Mevlevihanesi’nde musiki bilgilerini geliştirir. Ahmet Rasim, Posta ve Telgraf Nezareti Fen

Kalemi’nde kâtipliğe atanır. Ancak memuriyet hayatını bir türlü benimseyemez. Hayatının yazar

olarak kazanmak istemektedir. Kitapçı Kirkor Efendi’nin yardımı ile bu isteğine kavuşur. Kirkor

Efendi, Ahmet Rasim’in hazırladığı “Yolcu” adlı tercümeyi çok beğenir ve bu yazı Tercüman-ı Hakikat

gazetesinde yayımlanır.

Annesi Nevbahar Hanım, Ahmet Rasim’den kalemden yani memuriyetten ayrılmaması için Kuran’a el bastırarak yemin ettirmiştir. Buna rağmen kendisine çok sıkıcı gelen memuriyetten ayrılarak yazarlığa başlar. Ancak kendisinin esprili ifadesiyle annesine verdiği sözü tutarak, devlet kaleminden değil ama elinde tuttuğu kaleminden ölünceye dek ayrılmayacaktır.

Edebiyat tarihimize daha çok hatıra, makale, sohbet, gezi yazısı, roman, tarih ve okul kitapları gibi türlerde yazdığı eserleri ile katkıda bulunmuştur.

Manastırlı Rıfat Bey tarafından çıkarılan Çanta dergisi aracılığı ile Batı edebiyatını tanıyacaktır.

Ahmet Rasim, daha çok devrinin dil özelliklerini, İstanbul'un örf ve âdetlerini, yaşayış özelliklerini, kültürel birçok unsuru eğlenceli bir sohbet üslubuyla kaydeden sohbet ve hatıra yazarı olarak kalmıştır. Hüseyin Rahmi gibi Ahmet Rasim de Ahmet Mithat Efendi'nin devamı niteliğindedir. Hüseyin Rahmi Gürpınar ile birlikte Boşboğaz ile Güllabi adlı bir mizah dergisi çıkarmışlardır.

“Ben böyle gönüller yakıcı Bestenigâr’ım”

II. Abdülhamit dönemi… Ahmet Rasim, o zamanki yönetim anlayışına ters düştüğü için günlük yazılarından her zaman tedirgin olmaktadır. Biz sözü Ahmet Rasim üstadımıza bırakalım.

“… Bir gün arkadaşlarla bir lokantada yemek yerken zabıta başucuma dikildi. — Zatıâlilerini Merkez Komutanlığı’na götürmeğe memurum.

Şöyle bir ayıldım. O gün, o günden evvelki makalelerim birer birer gözümün önünden geçti. Öyle şüpheli bir şey yazmamıştım. O halde merkez komutanı Sadettin Paşa, Sultan Hamid’in baş mutemedi acaba beni ne diye arıyordu?

Soğuk bir terin ensemden belkemiğim boyunca indiğini hissettim.

Dışarıda bir kânunuevvel (Aralık) gecesinin yarısı, rüzgârlı, uğultulu, tenha ve titrek kararıp gidiyordu. Zabit bir fayton çağırdı. Şemsiyemi kapadım, bir köşeye suçlu suçlu büzüldüm.

Çok bekletmediler. Fesimi, gözlüğümü düzelttim, redingotumun düğmelerini yokladım, acele ilerleyip etekledim.

Paşanın gözleri kıpkırmızı idi. Dedi ki:

– Sizi rahatsız ettik Rasim Beyefendi…

İçim biraz ferahladı.

– Başımıza geleni sormayın; Bestenigâr Kalfa sizlere ömür. — Cenab-ı Hak ömr-i devletlerini müzdad buyursun duasını mırıldandım.

Paşa’nın konağı zamanının musiki akademisi idi. Hatta Sultan Hamid’e raks için, saz ve söz için Çerkes kızları talim ve terbiye edilirdi. Bestenigâr Kalfa Paşa’nın sazının başhanendesi idi. O ne ses! Kemençe gibi bir ses ki, bir kemençenin perdelere ram emniyeti bile onda vardı. On beş gün evvel influenza (grip) gibi başlayan dörtnala bir verem, o kahrolası hastalık o güzeller güzeli tazeyi alıp götürmüştü. Paşa devam etti:

– Şimdi zat-ı âlilerinden rica ediyorum. Hâle münasip bir güfte kerem buyurun…

— Ferman efendimizindir, dedim; dışarı çıktım. Beni yan odaya aldılar. Bir de ne göreyim Hafız Hüsnü de orada değil mi? Onu da çalyaka edip getirmişler ki, güfteye beste olsun diye… Oturdum… Korku ile şu mısraları söyledim:

Çok sürmedi geçti tarab-ı şevk-i baharım

Soldu emelim, goncalarım, reng-i izarım

Bir bülbül-i raksan-i tarab-nak idim amma

Bilmem ki neden terk-i heva etdi hezarım

Bir nağme-i dilsuz u gam ile düştü ırak’a

Ben böyle gönüller yakıcı Bestenigâr’ım

Hafız Hüsnü bestesini Bestenigâr eyledi. Geçtik Paşa’nın yanına… Ben güfteyi okudum, Paşa merhum hıçkırdı. O besteyi terennüm etti hüngürdedi… Etekleyip dışarı çıktıktan sonra bize altın yirmişer lira ihsan geldi. Eh! Bestenigâr Kalfa’nın bestesi, hafızın sesi bir araya gelince döndük yine meyhaneye. Meyhanelerdeki küp kırığından fazla tövbe kırığı vardır…”

Ahmet Rasim edebiyat yanında musikimizde güfte ve besteleriyle iz bırakan bir sanatçımızdır. Ünlü besteci Osman Nihat Akın’ın da dedesidir. Şevki Bey, Tatyos Efendi, Hristo, Vasilaki, Tanburi Cemil Bey gibi dönemin ustalarıyla düşüp kalkmış, musiki dünyasından birçok anı onun kaleminden günümüze ulaşmıştır.

Türk Musiki repertuarında 65 civarında eseri bulunan Ahmet Rasim 22 Eylül 1932 yılında hayata veda etmiştir.

Meraklısı için ek 1:

Yukarıda hikâyesini anlattığımız besteyi aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.

https://www.izlesene.com/video/vkaptan-yurdakul-cok-surmedi-gecti-tarab-i-sevk-i-baharim-musterek-takbestenigarrg/8983295

SOLİST: VEDAT KAPTAN YURDAKUL

GÜFTE: AHMET RASİM BEY

BESTE: ENDERÛNÎ HAFIZ HÜSNÜ EFENDİ

USUL: CURCUNA-SENGİN SEMÂÎ

MAKAM: BESTENİGÂR

MÜŞTEREK TAKSİM:

NEY: UĞUR ONUK

TANBUR: NECATİ SAMANCI