2013 yılında ‘Ceza Muhakemesi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesinin ardından 15 bine yakın hükümlüye tahliye yolu açılmıştı.  Bir süredir siyasetin de gündeminde olan af beklentisinin bazı hükümlüler açısından mutlu sonla noktalanması, Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinde bayram sevinci yaşatmıştı.

76 YIL ÖNCE ATATÜRK’E YAZILAN AF MEKTUBUNUN SIRRI

İstanbul’dan Bursa’ya, Diyarbakır’dan Edirne’ye ülkenin dört bir yanındaki tahliyelerle yüzlerce hükümlünün ailelerine kavuşmaları Türkiye’nin gerilimli gündeminin arasında kimi yürekleri ısıtırken, kimilerinin de içini cız ettirmişti. Afla birlikte Türkiye bir kez daha suç ve ceza kavramlarını konuşmaya başlarken,  yasa kapsamında 120 hükümlünün tahliye edildiği Isparta’da Türkiye’nin adli tarihine geçecek ilginç ayrıntılar ortaya çıktı Cumhuriyet’in 10. yılı nedeniyle 1933’te çıkarılan genel affın ardından 1937 yılında Atatürk’e bir mektup yazarak af isteyen Isparta Cezaevi’ndeki mahkûmların o mektupları fotoğrafları, Türkiye’nin suç ve ceza tarihinden ilginç ayrıntıları barındırıyor.

KARIMI GÖTÜRÜRSEN SENİ ÖLDÜRÜRÜM

Atatürk’ün yanı sıra, dönemin Başbakanı İsmet İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Genel Kurmay Başkanlığı, Adalet Bakanlığı, ve TBMM Başkanlığı’na ayrı ayrı yazılarak gönderilen af talebinin kahramanı ise kayınpederini öldürdüğü için cezaevine giren 1902 doğumlu Mehmet Ali Kökdoğan. Tarihi mektuplarda Meclis’e ‘Kamutay’, Adalet Bakanlığına ise ‘Tüze Bakanlığı’ gibi ifadeler kullanılarak Dil Devriminin izleri dikkat çekiyor. Isparta’nın Sütçüler ilçesine bağlı Kasımlar beldesinde doğan Kökdoğan’ın filmlere konu olacak kadar ilginç bir yaşamı var. Mehmet Ali Kökdoğan, yörenin nüfuzlu kişilerinden biri olan Molla Mehmet adındaki ağanın kızıyla evlenir. Ancak bu evlilikten pek hoşlanmayan Molla Mehmet sık sık kızını eve geri götüreceğini söyleyerek genç damadını huzursuz etmeye başlar. Bu duruma sinirlenen Kökdoğan, kayınpederine “ karımı götürürsen seni öldürürüm” diye çıkışır. Ancak Molla Mehmet bu gözdağına aldırış etmez ve evli kızını alıp evine götürür. Bu duruma sinirlenen Kökdoğan, duvarda asılı mavzerini kaptığı gibi Kasımlar’da Fındık mahallesi adı verilen bölgede kayınpederini öldürerek dediğini yapar. Cinayetin ardından Karadutlar bölgesine gittiğinde ise olay çoktan köylüler tarafından duyulmuştur.

SABAHATTİN ALİ ÖYKÜLERİNİ YAZDI

Bu cinayeti işlediğinde henüz askere bile gitmemiş olan Mehmet Ali Kökdoğan, olayın ardından yargılanarak Isparta Cezaevi’ni cinayet suçlarından hüküm giyenlerin yattığı bölüme konulur. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki cezaevi koşulları ve mahkûm portreleri bir hayli şaşırtıcıdır. Sabahattin Ali’nin öykülerinde, Orhan Kemal’in, Kemal Tahir’in romanlarında, Nazım Hikmet’in şiirlerinde, destanlarında, İbrahim Balaban’ın tablolarında anlattığı Anadolu köylüleri; Sultanahmet’te de, Bursa’da da, Sinop’ta da, Isparta’da da aynı fotoğrafı yansıtır: Osmanlı coğrafyasındaki uzun çözülmenin yarattığı karmaşa, bitmeyen savaşlar ve çetelerin kol gezdiği Anadolu kırsalındaki inanılmaz yoksulluk. Suçun da cezanın da kolayca yaşama dâhil olduğu, Jandarma’ya ‘yumurtacı’, hapishaneye ‘dam’ denildiği yılların aynı koğuşta buluşturduğu hükümlüler.

ATATÜRK’E DİPLOMATİK AF MEKTUBU

İşte Isparta Cezaevinde yatan o hükümlülerden biri olan Mehmet Ali Kökdoğan, siyasi bir suçlu olmamasına rağmen gelecekte kendisine ‘Siyasi’ lakabını kazandıracak olan kişilik özelliklerini, Atatürk’e ve diğer devlet yöneticilerine yazdığı af talep eden mektuplardaki zekâsı ve hitabetiyle ortaya koyar. Isparta Cezaevi’nde yatan mahkûmlar adına kaleme aldığı mektuba, “Ulu Önder Gazi Atatürk” hitabıyla başlayan Kökdoğan, “Memleketi ebediyen tahkim eden Montro zaferini müteakip esaretten kurtardığınız Hataylı kardaşlarımızın kavuştuğu istiklallerinden dolayı sayın büyüklerimizi tebrik ve bu muzaffer günü aile efratlarımızın arasında kutlamak için biz evlatlarınızın da hürriyetlerimize iade buyurmaklığınızı yüksek cumhuriyet ve onun kurucusu atamızdan saygı ile beklemekteyiz” ifadelerine yer verir.

BÜYÜK ZAFERİ YAVRULARIMIZLA KUTLAMAK İÇİN

Kökdoğan’ın dikkat çekici düzgünlükteki el yazısıyla dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye hitaben yazdığı af talep eden mektupta ise, “Boğazlar muzafferiyeti ile başlayarak Hataylı kardaşlarımızın istiklallerine kavuşturan tarihi hizmetlerinizden dolayı yüksek mesai arkadaşlarınızla hepinizi tebrik ederken, büyük zaferi mahzun yavrularımızla kutlamak için cumhuriyet hükümetimizin şefkatlerine intisap ettiğimizi saygı ile arz ederiz” ifadelerini kullanması dikkat çekerken, 30 Ocak 1937 tarihini taşıyan mektupları Arap harfleriyle de yazarak, ‘Eğirdirli Mehmet Ali’ diye imzalar. Kökdoğan’ın köyü o yıllarda idari olarak Eğirdir’e bağlıdır.

CEZASINI BİTİRİNCE KÖYÜNE DÖNDÜ

Kökdoğan’ın diğer yetkililere ve kurumlara yazdığı mektuplardaki hitabeti dönemin siyasi ve tarihi gelişmelerine olan hâkimiyeti açısından oldukça dikkat çekicidir. Mektupların Atatürk başka olmak üzere yetkililer nezdinde nasıl bir etki uyandırdığı bilinmez ancak bilinen o ki mektuplar mahkûmlara af çıkması için yeterli olmaz. Kökdoğan, 9,5 yılda tamamladığı cezasını bitirince köyüne döner. Çiftçilik ve hayvancılığın yanında orman ve yol işçilerine çavuşluk yapar. Yolu bulunmayan bölge köylerini birbirine ve dış dünyaya bağlayan Köprüçay kıyısındaki Dere yolunun tamamlanmasında kazma kürek çalışan köylülerle birlikte büyük çaba harcar. Üç kez evlenir, iki ayrı eşinden toplam sekiz çocuğu olur.

‘SİYASİ’ HEP ANILIYOR

Çeşitli suçlardan iki kez daha cezaevine girip çıktığı için ömrünün büyük bölümü mahpus olarak geçen Kökdoğan’ın oğlu Abdurrahman Kökdoğan, 1974 Mayıs’ında yaşamını yitiren babasının anılarına sahip çıkarak bugüne ulaşmasını sağladığı belge, mektup ve fotoğrafları hikâyelerini de aktararak bizimle paylaştı. Kasımlar’da bir sokağa ‘Siyasi Sokağı’ adının verilmesi için öncülük eden Abdurrahman Kökdoğan, ‘Siyasi’nin bölgede herkesin hizmetine koşan ve herkes tarafından sevilip sayılan biri olduğunu söylüyor. Öyle ki babasının öldürdüğü kayınpederinin çocukları ve torunlarıyla husumet yaşamak bir yana ailece görüşüp, çocuklarını evlendirmişler. “Babamın öldürdüğü kayınpederinin çocukları ve torunlarıyla hiç bir kötülüğümüz olmadı” diyor, Abdurrahman Kökdoğan. Siyasi Sokağı’na bakan Kasımlar kahvesindeki yaşlıların bir oğlu yaşamı ve zorlukları paylaştıkları Mehmet Ali Kökdoğan’ı, namı diğer Siyasi’yi gözleri parlayarak anıyor. Onunla ilgili bir anısı olmayan neredeyse yok gibi. İnsanlık tarihi kadar eski olan suç ve ceza kavramları arasında gerili hamakta salınan bu yaşam öyküsü, adeta bir zamanların Türkiye’sinin izdüşümü. Ancak günümüze izi düşmeyen tek şey, bu öykülerin içindeki insanı halkına anlatacak Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Kemal Tahir gibi ustaların iradesi.

TUNCELİ YASASI’NDAN, 150’LİLİKLERE

Türkiye'nin cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse her on yılda bir gündeme af tartışmaları, adeta Osmanlı’dan cumhuriyete intikal eden toplumsal bir miras. Osmanlı’nın son döneminde, II. Meşrutiyet’in ilanının ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nce çıkartılan genel afla başlayan sürecin, siyasi mahkûmların yanında adi suçlulara da özgürlük tanınmasıyla sonuçlanması, affın amacını aştığı eleştirilerine neden olur.  Cumhuriyet’in ilanı nedeniyle 26 Aralık 1923’de çıkarılan genel affı, 26 Ekim 1933, 16 Nisan 1924, 14 Temmuz 1950, 26 Ekim 1960, 23 Şubat 1963, 3 Şubat 1966, 15 Mayıs 1974 ve 22 Aralık 2000 tarihinde Rahşan Ecevit’in önerisiyle çıkarılan ve Rahşan Affı olarak anılan genel af izliyor. Ancak cumhuriyet tarihi boyunca çıkarılan ve af kapsamında değerlendirilen onlarca yasal düzenleme arasında, orman suçlarından öğrenci affına, Tunceli Yasası’ndan 150’liklerin affına, depremde yararı görülen mahkûmların affedilmesinden DP’lilerin affedilmesine kadar birçok ilginç başlık bulunuyor. 

Muhabir: BÜLENT ÖNER