Kırsal yerleşimler Anadolu'nun binlerce yıllık tarihi boyunca hep önemli oldu. Perge, Efes, Bergama, Aspendos, Milet, Didim ve binlerce başka antik çağ kentinin hemen kıyısında ya da yakınında yer alan 'kome' ya da 'katoikia' olarak anılan kırsal yerleşimler, bu kentleri besleyen birer çiftlik işlevi görüyordu. Şaraptan zeytinyağına, tahıldan sebzeye, hayvansal ürünlerden her türlü bitkisel ürünün hazırlandığı birer üretim merkezi olan kırsal yerleşimler Bizans dönemi boyunca da Anadolu'yu besledi. Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve ardından Cumhuriyet'e aktarılan üretim mirası, 1980'li yıllara kadar büyük ölçüde geleneğini korudu.
ANADOLU’NUN BİRİKİMİ
Anadolu kırsal yerleşimlerindeki üretim birikiminin çok kültürlü, çok dilli ve çok çeşitlilikte olması büyük bir zenginlikti. Örneğin adını eski çağ inançlarında tanrısallık atfedilen güçlü bir hayvan olan boğadan alan Toroslar'n bir dağ köyünde yaşayan Yörük kadını, keçisinden sağdığı sütü eski bir Sümer tanrısının adıyla mayalar: Dumuzi=Tammuz=damızlık. Buğdayı bereket tanrısı Tammuz'un adını alan ayda (Temmuz ayı) harman eder. Kırsaldaki üretim kültürü sanıldığı gibi 'köylü' bir eylem değildi. Tarım devriminden bu yana Anadolu'da damıtılan birikimin toplamıydı. Bir üniversitede öğretilemeyen, diplomasız ve sertifikasız hayat bilgisinin kuşaktan kuşağa hayatın içinde aktarıldığı köklü bir pratikti.
ÜRETİM KÜLTÜRÜ DİRENDİ
Dört bin yıl önce Yozgat'ın vadilerinde kara sabanla toprağı sürüp tohum eken Hititli çiftçi ile 1980'lere kadar örneğin Adana'nın dağlık vadilerinde toprağı süren Avşar Türkmen'i aynı kara sabanı kullandı. Büyük olasılıkla toprağa ektikleri tohumlar da aynıydı. Bu yüzden Anadolu'da kurulan üç büyük imparatorluk dağılıp parçalansa da o imparatorlukları besleyen kırsaldaki üretim kültürü hep direndi, yeniden kurulanı besledi, ayakta tuttu ve yüceltti. Üretimin üzerinde yükselen hanedanlıklar dağılıp yok olsa da o üretimi yapanlar kuşaktan kuşağa varlığını sürdürdü.
YİTİRİLEN YAŞAM PRATİĞİ
Bu yüzden Mustafa Kemal "Köylü milletin efendisidir" dediğinde, politik bir ucuz halkçılık yapmıyor, binlerce yıllık bir üretim kültürünün ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyordu.Bugün kırsal yaşam ne yazık ki paramparça edildi, bu üretim kültürünün içinden gelen milyonlar birer toplama kampına dönüştürülen kentlerin ucuz iş gücü haline getirildi. Üstelik bu büyük kültürel soykırım, birçok caydırıcı ve teşvik edici unsurların ustaca kullanılmasıyla kırsal insanının büyük bir isteğiyle yerine getirildi.
Bugün yitirilen en büyük yaşam pratiklerinden biri budur: Kendi kendine yetmenin koşullarını büyük ölçüde sağlayan coğrafyada binlerce yıllık üretim kültürünün terk edilmesiyle oluşan büyük boşluğu korkular, belirsizlikler ve bağlamından koparılmış, neşesini yitirmiş milyonlar dolduruyor...
Fotoğraflar, Konya’nın Beyşehir ilçesinde, Sadıkhacı köyü sınırlarında bulunan bir Hitit su anıtı olan Eflatunpınar’ın 1950’li yıllardaki durumunu yansıtıyor. M.Ö. 1300’lü yıllara tarihlenen Eflatunpınar anıtı, Hititlerin fırtına ve güneş tanrılarıyla kozmik simgeleri barındıran taş bloklardan ve büyük bir su havuzundan oluşuyor. Eski çağ dünyasının görkemli uygarlıklarından biri olan Hititlerin dağılmasında önemli bir rol oynayan kuraklığın hüküm sürdüğü dönemlerde suya ve berekete verilen önemin coğrafyaya işlenmiş bir belgesi niteliğinde olan anıt, bize halen bir şeyler anlatmaya çalışıyor.
Anadolu’nun eşsiz kültür mirasının simgesel yapıtlarından biri olan Eflatunpınar, binlerce yıllık geçmişinin tanıklığını hep sürdürmüş. Tanrılar yaratıp, tanrıları yok eden suyun kudretinin ve yumuşaklığının etrafında buğday yıkayan, koyun kırkan, koç katımı yapan, ekin biçen, tarla süren, tohum eken insanları… Savaşları, zaferleri, yengileri ve kudretli Sultanları…
Uzak yollardan gelen kervanları, yalın ayak başıkabak dervişleri ve her bahar yeryüzünün en güzel gelincikleriyle taçlanan bozkırın devri devranını…
Bugün bir başka dille anlaşılmaya çalışılan bu coğrafyanın hafızası hep kayıttadır. Bu topraklar proje tutmaz. Bu taşlar, bu sular, bu ağaçlar, bu gökyüzü kibir tutmaz.
Her şey geçip gider, yerin yüzü kalır geriye…
Yeryüzü hep gülsün diye…