Türkiye’nin Oskar adayı olan Hayat filminin yönetmeni Zeki Demirkubuz, sinemayla Isparta’daki Halk Sineması’nda tanıştı. 1997’de Güldal Kızıldemir’e verdiği bir röportajında, çocukluk günlerinde sinemayla tanışmasını “Babam Isparta’da bir halı dükkânı açtı, biz yanına geldik. Sinemayı keşfettim ve hayatım kaydı” diye özetleyen Demirkubuz, “O sıralar halk sinemasının yanında yabancı filmlerin oynadığı bir kültür sarayı açılmıştı ve oraya bizim yaşımızda çocuklar alınmıyordu” diyor. Ancak Demirkubuz’un yaşamını derinden etkileyecek olan Isparta’daki Halk sineması, O’nun ilerleyen yıllarda 1997’de çektiği ve büyük ses getiren Masumiyet filminde yer verdiği bir karaktere de kaynaklık edecek anıların mekânı olacaktı. Türkiye’ye ünlü bir yönetmen kazandıran Halk Sineması artık yok. Yerinde dönerciler, tatlıcılar ve durmaksızın akıp giden ‘Hayat’ın kıyısında gidip gelen yolcuların beklediği otobüs durakları var. 

ZEKİ DEMİRKUBUZ’UN HAYAT FİLMİ TÜRKİYE’NİN OSKAR ADAYI OLDU

Isparta’nın Aksu ilçesine bağlı, Dedegöl Dağı’nın eteklerinde bir köy olan Yakaavşar’da doğan Yönetmen Zeki Demirkubuz’un son filmi olan ‘Hayat’, Türkiye’nin Oskar adayı oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Sinema Genel Müdürlüğü geçtiğimiz hafta filmle ilgili gelişmeyi, “Türkiye'nin Oscar adayı, Zeki Demirkubuz'un yönetmenliğini üstlendiği Hayat filmi oldu. Bakanlığımız tarafından da desteklenen filmimize Oscar yolculuğunda başarılar dileriz” ifadeleriyle duyurdu. 

Masumiyet Sahne 1

DOSTOYEVSKİ’NİN KAHRAMANLARINI ANDIRAN BİR YAŞAM

Filmlerinde Dostoyevski’den derin etkiler görülen Yönetmen Zeki Demirkubuz’un kişisel öyküsü de hayranı olduğu, insan ruhunun derinliklerine göz atan yazarın ele aldığı karakterleri pek aratmıyor. İlk uzun metrajlı filmi olan 1994 yapımı C Blok’la dikkatleri üzerine çeken Zeki Demirkubuz, Masumiyet, Üçüncü Sayfa, Yalan Dünya, İtiraf, Yazgı, Bekleme Odası, Kader, Kıskanmak, Yeraltı, Bulantı, Kor ve Hayat gibi filmlere imza attı. 

‘SİNEMAYI KEŞFETTİM VE HAYATIM KAYDI…’

Son filmi olan ‘Hayat’ Türkiye’nin Oskar adayı olarak seçilen Demirkubuz’un filmlerine seçtiği isimler ve karakterler, yönetmenin dünyaya bakışını da özetliyor. Bekleme Odası, Masumiyet, Kader ve Hayat… Zeki Demirkubuz’un sinemayla ilk kez tanıştığı Isparta’daki Halk Sineması, yönetmenin yaşamında derin izler bırakan bir mekân olmuş. Demirkubuz, 14 Eylül 1997’de Radikal’den Güldal Kızıldemir’e verdiği röportajda bu dönemi özetle şöyle anlatıyor: 
“Ben 1964 yılında Eğirdir’in (günümüzde Aksu ilçesine bağlı) bir dağ köyünde doğdum. Yakavşar diye bir köy… Babam halı tüccarıydı, Isparta’ya göçtük ailece… Babam da Isparta’da bir halı dükkânı açtı, biz yanına geldik. Sinemayı keşfettim ve hayatım kaydı. Normal Ispartalı bir ailenin çocuğu olmaktan çıktım, biraz deli, biraz başına buyruk, asileşme eğilimi gösteren bir çocuk haline gelmeye başladım… Çoğu kez param olmuyordu. Bir keresinde, sanırım yedi sekiz yaşlarındaydım, ‘Hayat Bu mu?’ (Hayat mı bu, 1972) diye bir film oynuyordu. Filmin ne olduğu önemli değildi, yeter ki içeri gireyim ve bir film seyredeyim. Bir kış akşamıydı, para yok ya, biletçinin uygun bir anını kollayıp içeri dalacağım. Gong sesiyle yaklaşan dakikalarda müthiş bir heyecan başladı. Korku… Girecek miyim, giremeyecek miyim? Acayip kışkırtıcı bir duygudur bu. Biletçi beni tanıdığı için gözünü üstümden ayırmıyor ve parmağıyla ‘giremezsin’ diye işaret ediyor.”

ISPARTA’DAKİ HALK SİNEMASINDA BAŞLAYAN OSKAR YOLCULUĞU

Zeki Demirkubuz’un çocukluk anılarında yer eden ve içinden katıksız bir ‘Masumiyet’ geçen olayda, sinemaya girip girememe arasındaki gerilimle sürüp giden beklemenin en heyecanlı yerinde tıpkı filmlerdeki gibi bir mucize olur. Devamını yine Yönetmenin kendisinden dinleyelim: 

“Tam o sırada bir mucize oldu. Okul kitaplarında iyi aile resimleri vardır ya çok tipik, anne, baba ve beyaz ponponları olan kırmızı pelerinli bir kız çocuğu. Nasıl kar yağıyor, ama donmuşlar… Aile geldi ve bana teklifte bulundu. O sıralar halk sinemasının yanında yabancı filmlerin oynadığı bir kültür sarayı açılmıştı ve oraya bizim yaşımızda çocuklar alınmıyordu. Adam belki ailemi tanıyordu, bilmiyorum ve yanıma geldi. ‘Sinemaya kardeşini de götürür müsün?’ diye sordu. Canıma minnet… Adam biletlerimizi aldı ve bana ara olduğu zaman gazoz içmemiz için para verdi, bizi el ele tutuşturdu ve içeri soktu. Yıllar sonra Masumiyet filminde oynattığım kırmızılı küçük kız, aslında o kızdı… Evet. Çok iyi hatırlıyorum o kızı, pelerinini, ponponlarını… Korkmuştu, bu yüzden elimi sıkı sıkı tutuyordu. Hiç bırakmadı. Ben de onun elini sıkı sıkı tutuyordum, bir taraftan da utanıyordum. İlk defa bir kızın elini tutuyordum. Aslında aynı yaştaydık, ama benim kocaman bir dünyam var ya, kendimi ondan çok büyük görüyordum. Ara olunca buna gazoz aldım. Sessizce içtik. Hiç konuşmadık. Film bitince dışarı çıktık. Ailesinin gittiği film geç bittiği için uzun bir süre öyle sessizce bekledik. Sonra gelip aldılar. O gidişleri… Arkalarından bakmış, ne kadar yalnız, ne kadar gariban olduğumu düşünmüştüm nedense.

O KÜÇÜK KIZIN ANISI MASUMİYET FİLMİNDE ÖLÜMSÜZLEŞTİ

Biz paramız olmasına rağmen hep bir yoksulluk içinde yaşardık. Bilmemekten, görmemekten sanırım. O boyalı kalemle çizilmiş ideal aileyi hiç unutmadım. Birlikte seyrettiğimiz Hayat Bu mu? filmini, 25 yıl sonra çektiğim Masumiyet filmimde kullandım. O küçük kıza benzeyen kızı da buldum, hatta sahnelerin çoğunda kırmızı giydirdim. Filmin ismini koyarken bile hep o kızı düşündüm.”

‘FİLM BU MEHMET ABİ, MİLLETİ AĞLATMAK İÇİN YALANDAN YAPIYORLAR’

Zeki Demirkubuz’un 7-8 yaşlarında o kırmızı pelerinli küçük kızın elini tutarak izlediği “Hayat mı bu?” filminin üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçti ve Isparta’daki Halk Sineması’nda sinemanın büyüsüyle tanışan yönetmenin çektiği Hayat filmi 2024’de Türkiye’nin Oskar adayı oldu. Masumiyet filminin otel sahnesinde, Demirkubuz’un çocukluğunda izlediği ‘Hayat mı bu’ filminin final sahnesi lobideki televizyonda görülür; otelin yaşlı kâtibi bu daram karşısında gözleri dolarak ve hayata isyan ederek yerinden kalkar: “Tüh bee!” “Film bu Mehmet abi, milleti ağlatmak için yalandan yapıyorlar!” “Yalan malan. Böyle de olmaz ki kardeşim…”

KIRMIZI PELERİNLİ KIZ MASUMİYET’İN ÇİLEM’İ OLDU

Bu sahnenin ardından Masumiyet’te Bekir’in Yusuf’a o unutulmaz tiradı sergilediği, “Bu kaltakla aynı mahallede büyüdük” sözleriyle başlayan o ‘uzun hikâyenin’ omurgasını oluşturan konuşmasının olduğu sahne gelir ve kırmızılı küçük kız görülür: Çilem…  

HALK SİNEMASI VE KÜLTÜR SARAYI ARTIK YOK

Bana göre Zeki Demirkubuz’un en güçlü filmi olan Masumiyet’in kurgusunda yer eden unutulmaz çocukluk anısı, kentlerin ve mekânların insan yaşamında ne nasıl derin izler bıraktığının da kanıtlarından biri. Demirkubuz’un çocukluğunda yer eden Isparta’daki Halk sineması, 1950’lerde açılmış, 1990’lara kadar aktif olarak kent halkının sinemayla buluştuğu mekânlardan biri olmuştu. 2000’li yıllarda Halk Sineması’nın meydan düzenleme amacıyla yıkılmasıyla kentin hafıza mekânlarından biri daha yok oldu. Demirkubuz’un anılarında dile getirdiği “Kültür Sarayı” da önce kapatılmış, ardından da yıkılmak istenmişti. Ancak kentteki tiyatro, konser ve konferans etkinliklerine ev sahipliği yapan nitelikli bir mekân olan Kültür Sarayının yıkımından vazgeçilerek bina  (halkın andığı şekliyle Kültür Sineması) kafe işletmelerine kiralanmıştı. 

BAHÇESİNDE TENİS KORTU BULUNAN HAFIZA MEKÂNLAR

Yazar Alper Erdik’in Temmuz 2020’de, Isparta Kültür Sarayı’nın yıkılmak istendiği dönemde başlattığı imza kampanyasında değindiği ayrıntılar hem kent hafızasına hem de Cumhuriyet’in Anadolu kentlerindeki etkisine işaret ediyor: “Kültür Sarayı’nın bulunduğu bölge, bu yapının inşa edildiği 1960’lı yılların öncesinde de önemli işlere, spora zemin olmuştur. Burası, Cumhuriyet’in en önemli ideolojik atılımlarından biri olan Halkevi’nin Isparta şubesinin bahçesidir. Ve burada, bugün hayal etmek bile çok güç ama 1950 öncesinde tenis kortu vardır.”

KENT MEYDANININ KÜLTÜR SANAT YAPILARI

Halk Sineması ile Kültür Sarayı birbirine bitişik iki binadan oluşuyordu. Alper Erdik’in de altını çizdiği gibi Isparta’da yaşayan ya da yolu bir şekilde Isparta’dan geçen hemen her insanın Kültür Sarayı’nda bir anısı vardır. Halk Sineması her zaman 3 film birden oynatıyordu. Genellikle Türk filmleri, yeni çıkan filmler. Salı günleri kadınlar matinesi olduğunda, Yeşilçam melodramlarının ağlatmaktan perişan ettiği gözü yaşlı kadınlar doldururdu salonu. Bazı kadınların filmin kötü adamına yönelik yerel ağızla yaptığı “Naha boyun devrilsin e mi!” şeklindeki ilençleri film müziklerine karışırdı. Önünde her zaman ya bir Kaderci ve Niyetçi, ya da seyyar tatlıcıların bulunduğu Halk Sineması kentin tam kalbinde, Kaymakkapı Meydanı’nda yer alıyordu. Halk Sineması ile Kültür Sarayı’nın doğusundaki park ise bitişikteki Kültür Pastanesi tarafından işletiliyordu. Henüz endüstriyel ürünlerin kentleri işgal etmedikleri dönemlerde İstanbul’da yetişmiş iyi bir pasta ustası olan Bayram Usta’nın elinden çıkan piramit, ekler ve sütlü tatlılar bu bahçenin müdavimlerinin vazgeçilmez lezzetleriydi. 

GERİYE YALNIZCA FOTOĞRAFLARI KALDI

Türkiye’ye ünlü bir yönetmen kazandıran Halk Sineması artık yok. Yerinde dönerciler, tatlıcılar ve durmaksızın akıp giden ‘Hayat’ın kıyısında gidip gelen yolcuların beklediği otobüs durakları var. Halk Sineması’nın en canlı dönemlerine tanıklık eden orta kaldırımdaki çam ağaçları kalmış bir tek o günlerden geriye. Bir de silik birkaç eski fotoğraf ve sinema önünde de satılan kartpostallar. 

KENTLERİ YUTAN RANTSAL DÖNÜŞÜM VE BEKLEME ODASI

Zeki Demirkubuz’un ilkokul kitaplarındaki ‘iyi aile’ resimlerine benzettiği o ailenin, Kültür Sarayı’nda film izlemeye ya da başka bir etkinliğe katılmaya giderken kırmızı pelerinli kızlarını Halk Sineması’na girmek için fırsat kollayan köylü çocuğuna emanet edebildiği zamanlar. Aslında yitirilen masumiyet de, hayat da tam olarak bu. Rantsal dönüşümlerin hafıza mekânları birer birer yutmasıyla üçüncü sayfa trajedileri giderek ülkenin ve kentlerin kaderi, yazgısı haline dönüştürüldü. Başka kentlerde başka hayatlar silikleşti… Bu ‘yalan dünya’nın tam ortasında, beton rantından payını kapmaya çalışanların birbirini ezdiği bir garip ‘bekleme odası’ndayız şimdi… 


 

Kaynak: ANTALYA KÖRFEZ GAZETESİ-YUSUF YAVUZ