
Ambar katran tutundu toprağa tam 23 asırdır. Savaşlar, yıkımlar, salgınlar gördü. Yılgınlığın, umutsuzluğun, kekreliğin ve paçozlaşmanın tam ortasından geçilen şu vakitlerde Ambar katran zamanın aralığından bize bir şey daha söylüyor: Korkmayın, bu da geçer.
Zaman ölçülebilen bir şey değil, tıpkı kendince sonsuzluk okyanusuna doğru akıp giden bir ırmak gibi... Ancak vakit ölçülebilir, o ırmaktan doldurduğumuz bir tas su gibi; ölçebildiğimiz ancak "vakit", vakitlerimiz...
Kimi vakitlerde yeryüzü ortak akıl ve tinin yükselmesiyle oluşan iklimde güzelliğin yeşerdiği bir ekosisteme sahip oluyor ve bu iklim süresince yaşam daha anlamlı, daha güzel hale geliyor. Doğadan ruha, mekandan insana birçok alanda yaşamın ışığı yükseliyor... Ancak kimi vakitlerde de tam tersi bir seyir izliyor yaşamın akışı. Akıl, sağduyu, liyakat, diğerkamlık, incelik ve bütün bunların oluşturduğu o ortak tin bozulunca... bozgunların, yıkımların, bencilliğin, hoyratlığın ve egoların ekosistemi devreye giriyor ve sonuçta yaşamın çehresini karartan vakitlerin içinde yol alıyoruz hep birlikte.
2338 YILDIR BURADA
Bakıp görmeden, durup düşünmeden, pişip olmadan geçip giden vakitler... Ancak bu çiğlikler ikliminde insanın ölçüp biçtiği, anlam yükleyip yolunu bulmaya çalıştığı zamanı kendince yaşayan varlıklar da var; ulu ağaçlar gibi...
Bu iki karede görünen sedir ağacı da onlardan biri. Antalya'nın Kumluca ilçesindeki Dibek ormanında yaşayan ulu sedir, halk arasında "Ambar Katran" olarak anılıyor. Kim bilir belki de geçmişte bu bölgedeki ambarların önemli kısmının sedir ağacından yapılıyor oluşundan bu adı almış olabilir. Belki de kocaman gövdesiyle görenlerin gözünde bir ambara benzetildiği için...
Ambar katranın birçok çağdaşı da var bu coğrafyanın dağlarında. Kimi torunu yaşında, kiminin daha çok yolu var o vakte erişmeye...
Kendince akıp duran zaman ırmağında insanoğlunun ölçtüğü vakitle tam 2338 yıldır bu dağlara tanıklık eden Ambar katranın tohumları toprağa ilk düştüğü zamanlarda dünyayı ele geçirme hırsıyla yollara düşen Makedonyalı Büyük İskender'in yıldızı henüz yenice parlamıştı.
KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ
Ambar katranın tohumu ilk çimlendiğinde, Nasıralı İsa'nın doğmasına daha 338, Sezar'ın doğmasına 227 yıl vardı. Henüz Romalılar bu topraklara ayak basmadığı o vakitlerde, dağları Likyalı çobanlar, geyikler ve telaşlı dağ keçileri adımlıyordu...
Bugün Ambar katranın ormanını çevreleyen köylerde yaşayan halkların ataları, kim bilir belki Hazar kıyılarında, belki de Maveraünnehir steplerinde at koşturuyordu.
Ne Selçuk Bey ne Osman, ne Alparslan ne Yavuz; henüz hiç birinin fikri bile düşmemişti yeryüzünde herhangi bir insan yüzüne...
Ambar katran tutundu toprağa, köklerinden gövdesine yürüyen yaşam aşkıyla; iğne yapraklarından ruhuna sızan gün ışığı aşkıyla yükseldi yavaş yavaş. Tam 23 asırdır orada öylece durdu; savaşlar, yıkımlar, salgınlar gördü. Belki de tutkulu aşklar, nafile bekleyişler; ışıklı umutlar gördü. Hep gördü, hep durdu, hep aktı zaman ırmağının içinde...
NİCE SULTANLAR GÖRDÜ
Ağaçlar durarak koşar. Durdukça çevirir yaşamın çarkını. Durdukça tohumlar yeryüzünü, durdukça çoğaltır yaşam aşkını. Oysa insan koşarak durur. Koştukça tüketir kendini, kendinden uzaklaşır, kaybolup gider zaman okyanusunda. Çoğalmak için bazen durmak gerekir. Tıpkı o ulu ağaçlar gibi...
Ambar katran bize bir şeyler anlatıyor. Ölçmeye mecalimizin olmadığı zamanın ötesinden, durup dinlemeye, düşünüp anlamaya vaktimizin olmadığı bir varoluştan sesleniyor; "Nice sultanlar gördüm, dünyaya hükmedip kendini ölümsüz bilen. İskender'in 33 yaşında öldüğünü duydum, İsa'nın dört çiviyle çarmıha gerilişini, Pavlus'un Roma'ya yürüyüşünü...
Alparslan Malazgirt ovasına indiğinde yaşım çoktan bini geçmişti, Orhan Bursa'yı, Fatih İstanbul'u aldığında torunların bin yaşındaydı. Nice çalkantılı vakitler gördüm zamanın koynunda. Sabırla durdum, tutundum toprağa, bekledim bu yüksek göklerin, kızgın güneşin, bol yıldızlı gecelerin altında. Köklerim derinlere, dallarım göklere ve ışığa vurgun.
Sonra daha aşağılardaki torunlarımın birer birer kesilip gemilere yüklenerek götürüldüğünü gördüm. Mısır'a, Yemen'e, Hicaz'a... Yükseklere ulaşamadıkları için ben ve çocuklarım öylece kaldık, tutunduk kireçtaşı kayalıklara. Taşı toprak, zamanı aşk eyleyip sabırla bekledik...
Derken bir vakit dağımızın üstündeki kara bulutlar bir bir aralandı. Nice krallar, sultanlar, ağalar, beyler gördü bu ağaçlar; nicesinin adını duydu ama "Bundan sonra egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyen bir adamın, yaslandığı halkıyla birlikte kurduğu Cumhuriyet'in ışığı düşmüştü iğne yapraklarıma... Uzak dağ başlarında biz de payımızı aldık o vakitler yükselen coğrafya, memleket ve vatan aşkından...
UMUT YENİDEN DİRİLİR
Bir vakit sonra, bu topraklarda neredeyse 22 asrı devirdiğim günlerde temiz yüzlü, ışıklı gülüşlü, ormanlara ve memlekete tutkun bir adam çıkageldi. Cumhuriyet'in ormancılarından biriymiş. Tuttu örnekler aldı gövdemden, diğer akrabalarımdan da almış, Çığlıkara'dan, Çamkuyularından, Bolkar'lardan... Benim nice vakittir yaşadığımı, nelere tanıklık ettiğimi ancak bu örneklerin incelenmesinden sonra anlayabildi insanoğlu. Yoksa bu dağlarda bizim de varlığımızın sonu gelecek, birer birer kesip götüreceklerdi hepimizi..."
Ambar katran 23 asırdır akıp giden zamanın tam ortasında duruyor ve yaşamın bir akış olduğunu anlatıyor bize. Onu bir "odun" ya da "kereste" olarak gören zihniyetten, doğanın sürekli bir varlık olduğunu fark eden zihniyete geçildiğinde Cumhuriyet'in modern ve bilimsel ormancılık yaklaşımı da dolaşıma girmişti. Her idari dönemin olduğu gibi bu dönemin de hataları oldu elbette ancak ormancılık konusunda atılan adımlar yakın zamana kadar benzer şekilde sürüp geldi. Ambar katranın yaş tayinini yapan değerli Hocamız Prof. Dr. M. Doğan Kantarcı başta kendisi olmak üzere yetiştirdiği birçok ormancı da halen bu güzel toprakların ormanları için hizmet vermeyi sürdürüyor.
Yılgınlığın, umutsuzluğun, kekreliğin ve paçozlaşmanın tam ortasından geçilen şu vakitlerde Ambar katran zamanın aralığından bize bir şey daha söylüyor: Korkmayın, bu da geçer. Yüz yıl sonra umut yeniden dirilir bu topraklarda, özsuyu yeniden yürür dallara, güneş yeniden vurur yapraklara...
Fotoğraflar: Ambar Katran, Toros sediri (Cedrus libani)
(M. Doğan Kantarcı arşivi)
HABER: YUSUF YAVUZ