Antalya
Yayın Tarihi : 16.05.202316:38
Güncelleme Tarihi : 16.05.202316:43
A
GÜNDEM , ÇEVRE
Türkiye üç tarafı Müteahhitlerle çevrili bir yarımadadır
Türkiye üç tarafı Müteahhitlerle çevrili bir yarımadadır

Üç tarafı denizlerle çevrili, içinde büyüklü-küçüklü yüzlerce gölü barındıran benzersiz bir coğrafyaya sahip olan Türkiye en değerli yanı olan kıyılarını neden koruyamıyor? Fransa’da devlet ve halkın işbirliği ile 45 yıldır uygulanan kıyı koruma deneyimi, vatanın sadece Müteahhitler için parsellenen arsalardan ibaret olmadığını gösteriyor…

Üç kıtayı birleştiren kilit taşı niteliğindeki Türkiye’nin coğrafyasının tarifi yapılırken söylenen “üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada” sözü bugünlerde 1970’lerden kalan özlemli bir anı oldu. Çanakkale’den İskenderun’a, Demirköy’den Hopa’ya Türkiye’nin kıyı alanlarının önemli bir kısmı bugün rant hırsıyla plansız bir şekilde yağmalanmış durumda. Liman, otoyol, sanayi, turizm, konut, havaalanı ve benzeri yatırımlar için kolaylıkla kurban edilen kıyı kumulları ise başka bir sorun. Bir uçtan diğerine binlerce dere, nehir ve iç suların şekillendirdiği kıyı kumulları ve sulak alanlar Anadolu coğrafyasının en özgün yanlarından birini oluştururken bugün ne yazık ki birçoğu işgal altında.

 

HOCA NASREDDİN’İN MAYA ÇALDIĞI GÖL ARTIK YOK

Aynı şekilde adına ‘Göller Yöresi’ denilen ve ülkenin tatlı su rezervleri olan onlarca gölü barındıran bir bölge de bugün adeta ölüm döşeğinde. Örneğin bu ülkenin en belirgin karakterlerinden biri olan Hoca Nasreddin’in yoğurt mayaladığı Akşehir Gölü artık yok.Eber, Avlan, Seyfe, Hotamış, Meke, Ereğli gölleri ve sazlıkları ölüm döşeğinde. Isparta, Burdur, Konya, Afonkarahisar bölgelerindeki iç sular bir zamanlar çevresindeki halkın içme suyunu karşılamasının yanında; balığına, kirazına, elmasına, üzümüne can veriyordu.

DÜNYANIN İLK KENTLERİ ANADOLU’DA

Dünyanın ilk kentsel yerleşimlerinden biri kabul edilen Konya-Çumra’daki Çatalhöyük, Çarşamba Çayının suyu oradan geçtiği için, Hotamış Gölü oralarda olduğu için o bölgedeydi. Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar Karapınar’ın, Çumra’nın kırsalında evler Çatalhöyük’ten beri aynı malzemeyle yapılıyordu: Sazdan, samandan ve topraktan.Afyon’un, Bolvadin’in kaymağı, Eber Gölü orada olduğu için, o mandalar orada yaşam bulduğu için bol ve lezzetliydi. Bafra’nın kaymağı, Kızılırmak Deltası ve kıyı gölleri orada olduğu için ünlüydü. Van, Çıldır, Adilcevaz, Beyşehir, Eğirdir ve Burdur’dan göllerini çekip alsanız geriye büyük bir boşluk ve anlamsızlık kalır.

 

COĞRAFYANIN KADERİNİ YALNIZCA İNSANIN TALEBİNE İNDİRGEYENLER

Antik çağın en önemli kentlerinden biri olan, İmparator Trajan’ın öldüğü yer (M.S. 117) olarak bilinen Selinus (Bugünkü Gazipaşa) geçmişin görkemli anılarının üstünde yeniden ayağa kalktığı günlerini arıyor. Seleukosluların tapınaklarının taşlarıyla inşa edilen Selçuklu sultanlarının köşklerinin kalıntıları, bugün Selinus sahilini yağmalama planları karşısında şaşkın ve öfkeli. Bu akıl almaz yağma hırsı, bu toprakları binlerce yıl boyunca yurt tutan nice insanın kemiklerini sızlatmakla kalmıyor, Fokundan carettasına, deresinden sazlığına bir coğrafyanın kaderini yalnızca insanın taleplerine indirgeyen bir kavrayışın ülkeyi nasıl ele geçirdiğini de gözler önüne seriyor.

MİLLET BAHÇESİ UĞRUNA CANINA OKUNAN DOĞAL GÖLLER

Antalya, Finike, Fethiye ve Ege’den Marmara’ya birçok kıyı kenti de çevresiyle birlikte bu plansızlıktan payını almış. İç suların durumu da farklı değil. Milyonlarca yılda oluşan ve çevresine yaşam veren doğal göller bir çırpıda yapılaşmaya konu edilebiliyor. Bunun en son örneği Burdur-Yeşilova’daki Salda Gölü’nün kıyısına yapılmak istenen ‘millet bahçesi’ projesi. Aynı şekilde Eğirdir ve Beyşehir gölleri kıyılarında da millet bahçeleri yapılmak isteniyor. Beyşehir Belediyesi’nin milli park ve doğal sit alanı statüsündeki Karaburun bölgesinde yapmak istediği rekreasyon projesi de alanın yapılaşmasına ve tüm doğal dokusunun bozulmasına neden olacak güncel girişimler.

 

DÖRT BİR YANDA YAĞMA VAR

Türkiye’nin dört bir yanında sürüp giden kıyı tahribatını birer birer anlatmaya sayfalar yetmez. En son Kaş-Çukurbağ Yarımadası’ndaki yangınla yeniden anımsanan 50 yıllık imar rantı öyküsü bile başlı başına bir roman konusu hacminde. Mevcuttaki koruma yasaları, korunan alan statüleri, kıyı kanunu vs. hiçbir şekilde bu büyük yağmanın durdurulmasına yetmiyor. Çünkü her iktidar kendi döneminin zenginlerini yaratmak ve rantı bölüşmek için en başta kıyılara odaklanıyor. Türkiye son 15 yılda dünyanın en çok iş makinesi ithal eden ülkelerinden biri. “Yerli ve milli” diye diye milyonlar ödenip ithal edilen iş makineleriyle “misakı milli” sınırları içerisindeki bu güzelim coğrafyayı gayri milli sermayeyi de zengin edecek şekilde yağmalıyorlar. Türkiye’nin üç tarafı Müteahhitlerle çevrili bir yarımadaya dönüşmesine neden olan bu yağma sürecinde elbette işini yasal çerçevede ve gereğini yerine getirerek yapan insanımıza bir sözümüz yok. Ancak önüne gelenin müteahhit ve emlakçı olduğu bir ülkede bu korkunç yozlaşmaya daha fazla dayanacak bir coğrafyamız da yok.

 

DEVLETTEN KORUYAN HALK

Geçmişteki korumacılıktan yana olan kamu yaklaşımı bugün yerini ‘kontrollü kullanımdan’ yana bırakmış. Halk, “geçmişte devlet ormanı vatandaştan korurdu, şimdi aramızda para toplayıp devlete karşı ormanı biz koruyoruz” diyor. Ülkenin dört bir yanında yıkıma ve yağmaya karşı açılan davalarda mahkeme masrafları yerel halkın ineğini, keçisini, tarlasını satıp arasında para toplamasıyla denkleştirilebiliyor. Özetle bu trajik manzara nereden tutsanız elinizce kalacak bir hal almış durumda.

“Peki, bütün bunların hiç çözümü yok mu, bu hep böyle mi gidecek?” sorusu, bugün yanıtı en çok merak edilenler arasında. Özellikle yerelde yıkımlara karşı refleks gösteren ve yaşam alanlarını korumak için uğraşan insanlar bir nebze de olsa çıkış yolu arıyor ancak her gün yeni bir yıkıma uyanılan ülkede insanların çoğunun psikolojisi bozuluyor ve topluma yılgınlık, bir şey yapmama hali hâkim olmaya başlıyor. İşte en tehlikelisi de bu teslim olma hali…

 

KORUMADA ÖRNEK BİR MODEL: FRANSIZ KIYI KORUMA AJANSI

Bu hep böyle mi gidecek sorusuna verilmiş bazı yanıtlar var aslında. Bunun en çarpıcı ve doğru örneklerinden biri de Fransa’dan. Hem Akdeniz ve Manş Denizine, hem de Atlas Okyanusu’na kıyısı olan, iç sular ve bataklıklara sahip olan Fransa’da 1975’te kurulan ve Ekoloji Bakanlığı’nın denetimi altında faaliyet gösteren ‘Conservatoire du Littoral’, ‘Fransız Kıyı Koruma Ajansı’ olarak da anılıyor. Bir kumul bitkisi olan ve nesli tehdit altında bulunan mavi devedikeni (boğadikeni), kurumun amblemi olarak seçilmiş.Eryngium maritimum (mavi devedikeni ya da boğadikeni) kurumun logosu olarak da seçilmiş.Ajans bünyesinde görevlendirilen 900 civarındaki kıyı koruma görevlisi, yerel halktan ve derneklerden seçiliyor. Bu görevliler, 300 civarında çevre polisine bağlı olarak çalışıyor. Bir bakıma kamu ve sivil halk, yaşam alanı olan bölgeleri el ele vererek koruyor. Koruma görevlileri alana yönelik tehditlere karşı görev yaptığı gibi aynı zamanda sitlere gelen ziyaretçilerin can güvenliğinden de sorumlu.

 

KOYLAR  BİR İMZA İLE YAĞMAYA AÇILIYOR

Örneğin Türkiye’de mülkiyeti Tarım ve Orman Bakanlığı’na ait olan çok güzel bir koy, birilerinin talebiyle hemen Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilebiliyor ve ‘kamu yararı’ bahanesiyle bu alan turizm tesisleri için yağmaya açılabiliyor. Ya da Hazineye ait bir sulak alanın çevresi benzer şekilde sanayi tesislerine, havaalanı ve otoyol inşaatlarına açılabiliyor. 

 

YEREL HALK İLE KAMU YAŞAM ALANLARINI BİRLİKTE KORUYOR

Fransız Kıyı Koruma Ajansı, satın alarak sahiplendiği korunan alanları istediği durumda sıkı koruma hükümlerine uyulması koşuluyla yerel belediyelere ya da alanda yaşayan topluluklara ait tüzel kişiliklere tahsis edebiliyor. Korunan alanlarda yaşayan 1200’ün üzerindeki topluluk, sözleşmeler ile ajansa bağlı faaliyet yürütüyor. İklim ve coğrafyaya göre balıkçılıktan arıcılığa, şarapçılıktan peynir üretimine, tuz işçiliğinden el sanatlarına geleneksel üretim ve kültür böylece bozulmadan ve yozlaşmadan, en önemlisi de endüstriyel üretime kurban edilmeden geleceğe aktarılıyor.

 

 

AJANSIN 2050 HEDEFİ, 3 MİLYON 200 BİN DEKARI KORUMAYA ALMAK

Yapısal olarak, 17’si seçilmiş, 12’si ise ilgili bakanlıkların temsilcisi ile yerel temsilciler olmak üzere toplam 34 kişilik bir yönetim kurulundan oluşan bu devasa koruma örgütü, ülke genelinde oluşturulan Kıyı Konseyi, Kıyı Delegasyonu ve uluslararası delegasyon tarafından idare ediliyor. Ajansın 2050 hedefi ise toplamda 320 bin hektarlık (3 milyon 200 bin dekar) kıyı alanını koruma altına almak ve bin civarında korunan alandan oluşan bir kıyı ağı oluşturmak.

 

KORUNAN ALANLARIN CAZİBESİ TÜRKİYE İLE KIYASLANAMAZ

Fransa’da 45 yıllık bir geçmişe sahip olan kıyı koruma deneyiminin bugün geldiği nokta umut ve heyecan verici. Korunan alanlara bakıldığında, birçoğunun biyoloji çeşitliliği, doğal güzelliği ve peyzaj etkisi Türkiye’deki alanlara göre daha cılız kalır. Ancak Fransa, Türk kıyılarındaki o turkuaz rengin yanından bile geçmeyen kıyı alanlarını gözü gibi koruyor. Elbette her doğal alan kendine özgü değerler barındırır fakat Türkiye’nin üç ayrı iklim tipinin bir arada görüldüğü nadir bir coğrafyaya sahip olduğunu düşününce, bu güzel coğrafyaya yönelik yağmayı kabul etmek mümkün değil.

 

ÖMRÜNÜ TÜRKİYE’NİN KIYILARINA ADAMIŞ BİR BİLİM İNSANI

Türkiye’de ise yazının başında da belirttiğimiz gibi kıyılar adeta rantın önüne ilk atılan alanlar oluyor. Türkiye’de kıyı kumulları konusunda uzman olan az sayıdaki bilim insanından biri olan Prof. Dr. Turhan Uslu, yıllardır bu alanların önemini anlatıyor. Yakın geçmişte çok sayıda kıyı yağmasına karşı Prof. Uslu’nun da görüşlerinden yararlanarak haberler yapmıştık. Uslu’nun Türkiye’deki kıyı kumullarının son 40 yılda nasıl yutulduğunu gözler önüne seren tespitleri oldukça çarpıcı bir örnektir. . Geçmişte göç edemeyen leylekler için bile vakıflar kurabilen, binalarına kuş evleri de inşa eden, anıtsal yapılarına bu coğrafyanın canlılarını, bitkilerini bir mühür gibi işleyen bir kültürün inşa edildiği bu ülkede bunu yeniden yapmak mümkün…

HABER: YUSUF YAVUZ 

 

 

Paylaş
ETİKETLER:
#Yusuf Yavuz
YAZAR: