
İçine doğduğunuz ev, yaşadığınız sokak, parklarında dolaştığınız kent, bahçesinde oyunlar oynadığınız okul, ilk kez âşık olduğunuzda başınızın döndüğü o büyüleyici kumsal ve sularında serinlediğiniz nehirler… Yaşamınızda anısı olan ne varsa hızla dönüşüyor, başkalaşıyor ve adeta hafızanızdan siliniyor
Yalnızca birkaç yıllık kısa vadeli rant hırsı ve “Zengin kaynakların yoksul bekçisi mi olalım” yalanıyla bir coğrafya üzerinde yaşayan halkın hafızasından çalınıyor. İkizdere’den Toroslara, Kaz Dağı’ndan Amanoslara, Dicle’den Büyük Menderes’e coğrafya yangın yeri gibi. Yağma ateşinin düştüğü her bölgede bir avuç insanın çırpınışı yetmiyor bu büyük yangını söndürmeye. Bugünlerde her birimiz bir dereyi, binimiz bir vadiyi, milyonumuz bu güzel ülkenin dağlarını, yaylalarını tutmalıyız: “Bu dağlar, bu sular, bu kıyılar, bu kentler, bu sokaklar bizim hafızamız, vermiyoruz” diyebilmek için…
Türkiye’nin kentleri ve coğrafyası hızla hafızalardan siliniyor. Kentlerden kırsala bu durum hemen her alanda böyle. Bu öylesine köklü bir dönüşüm ki; bir kez görüp beğendiğiniz, büyülendiğiniz doğal alana ikinci kez gitmeye korka hale geliyorsunuz. Çünkü akıl almaz projeler ya da yapılaşma uygulamalarıyla doğal alanın bütün cazibesi yok edilmiş, adeta yapay bir rekreasyon alanına dönüştürülmüş oluyor…Ya da geçmişin izlerine dokunduğunuz bir tarihi mekânı bir daha gördüğünüzde tanıyamaz gale geliyorsunuz. O güzelim kaleler, köprüler, camiler, kervansaraylar, antik tapınaklar, tiyatrolar… Binlerce yılın kültür mirası öyle bir restore edilip kumlamayla beyazlatılmış ki; zamanın bütün izleri silinivermiş…
HER ŞEY DÖNÜŞÜYOR
İçine doğduğunuz ev, yaşadığınız sokak, parklarında dolaştığınız kent, bahçesinde oyunlar oynadığınız okul, ilk kez âşık olduğunuzda başınızın döndüğü o büyüleyici kumsal ve sularında serinlediğiniz nehirler… Yaşamınızda anısı olan ne varsa hızla dönüşüyor, başkalaşıyor ve adeta hafızanızdan siliniyor. Çok üzerinde durulup tartışılmasa da Türkiye kendine yabancılaşmanın en ağırının yaşandığı ülkelerin başında geliyor.Denizin dibindeki kayalıktan, dağın zirvesindeki uçuruma kadar coğrafyanın ve kentlerin hemen her köşesi, içine doğduğumuz yaşamın bir parçası. Bu parçala birer birer zihnimizden çalındıkça, yalnızca geçmişi değil, aynı zamanda geleceği da belirsizleşen birer insana dönüşüyoruz.
YER ADLARI BU KİMLİĞİN ÖNEMLİ PARÇASI
Yer adları bu kimliğin en önemli parçası. İster eski Yunan kolonicileri, ister Asurlu tüccarlar, isterseniz de Diyar-ı Rum’u yurt tutan Türkler ya da Hatti ülkesine yerleşen Hititler olsun hemen her kültürde yeni yerleşilen topraklardaki dağa-dereye, ağaca-taşa ad vermek kültürel hafızanın sürekliliği kadar dil ve anlam bütünlüğünü de sağlıyordu. Bu konuda binlerce örnek sıralanabilir ama ben bugün size sadece bir nehir vadisinin yerel coğrafyanın hafızasında nasıl bir anlamı olduğunu anlatmak istedim…
ÇİÇEK BABANIN NAZLI KIZI
Nam Nam Çayı… Adını birçoğunuz duymamıştır bile… Muğla’nın Köyceğiz ilçesinin sırtını yasladığı ve yerel halkın Çiçek Baba Dağı olarak andığı Sandras Dağından doğan Nam Nam Çayı, Köyceğiz Gölü’ne ulaşana kadar çok uzun bir yolculuğu olmasa da geçtiği coğrafyanın her kıvrımında yöre insanının adlandırmalarına tanıklık eder.
Çiçek Baba (Sandras) Dağında Eren Baba mezarı yöre halkı tarafından önemli bir ziyaret yeri. Çiçek Baba, hem Köyceğiz hem de Denizli Beyağaç yöresindeki yerel halk için kutsal kabul edilir. Eren olarak görülür ve her yaz binlerce insan Çiçek Baba Dağındaki Eren’in mezarının etrafında doğa tanrıcı geleneklerin sürüp gittiği zamanın en eski buluşmalarından birini canlandırır.
SUYUN TANIKLIĞINDA KÜLTÜREL HAFIZA
Yer adlandırmasında dağ ile deniz arasında en tepede Çiçek Baba vardır. Çiçek Baba dağının güneyinden Köyceğiz’e doğru akmaya başlayan Nam Nam Çayı, yolculuğu boyunca birçok küçük derenin de elinden tutup alır götürür. Çayın aktığı vadinin iki yakasındaki yerleşim ya da mevkii adları, bu bölgeye yerleşen ve yüzlerce yıldır varlığını bu coğrafyanın verdikleriyle sürdüren halkın üretim biçimine ve kültürüne işaret eder.
Bugün vahşi madencilikle tarumar edilen, yağmalanan bu bölge, coğrafyanın sadece ekonomik rakamlarla ve yüzölçümü ile tanımlanamayacağını anlatır bize.
Çiçek Baba’dan Köyceğiz’e doğru inen Nam Nam Çayı, akışını hızlandırırken Çıralı Mevkiini selamlayıp, Deve Çukuru ve Güre mevkilerinden geçer. Tekirarası, Gölyanı, Çiçekliyurt mevkilerinden geçerek akışını sürdüren Nam Nam Çayı’nın dokunduğu coğrafyadaki her yer adı, bir öyküyü, bir türküyü, bir masalı ve onca insanın yaşanmışlığını aktarır kuşaktan kuşağa.
COĞRAFYANIN, DİLİN VE KÜLTÜRÜN BÜTÜNLÜĞÜ
Sandras’ın karlarının erimeye başladığı bahar aylarında Nam Nam Çayının akışı daha bir gürleşir ve kimi yerde acı öyküleri de kaydeder zamanın hafızasına. Sarıalan’dan Tahtacı Yurdu Mevkii’ne inen sular, akışını Kırıntılık, Söğütçük, Kabakavak mevkilerinden geçerek Çatak Mahallesine ulaşır. ‘Çatak’ suların kavuştuğu, birbirine çatıldığı dere ağızlarıdır. Her adlandırma, coğrafyanın, dilin ve kültürün bütünlüğünü aktarır üzerinde yaşayan insanların hafızasına.
Artık akışın yönü Çobanlar Mahallesi ve Dipçikliçağıl Mevkii’ne doğrudur. Buradan Akçakapız’a ulaşan sular bize bu bölgede “dar bir geçit” olduğunu işaret eder. Bugün kanyon olarak anılan coğrafi nitelemenin adı “kapız”dır. Uyru Mahallesi, Soğucak ve nehre adını veren Nam Nam Mahallesi’nden geçen sular düzlükteki ilerleyişiyle birlikte bize coğrafyanın üretimle kurduğu ilişkiyi de anlatır. Artık Ulukışlak Mevkii vardır, suyun yolculuğunun bu kısmında. Yani kışın geçirildiği yer.
Çiçek Baba Dağına ziyaret için gelen yöre halkından bir kadın ve çocuğu.
İKLİMİN VE MEVSİMLERİN DÖNGÜSÜ
Yukarı Kuyu, Türkmen Oturağı, Zeytinaşılı, Oyuzlar (Oğuzlar?), Kışla, Asarlık, Aşılamadüzü, Çalca, Tahtacıdüzü, Kabagünlük, Kavacık, Kirişlik Yurtluğu suyun tanıklığında sürüp gelen yaşamları tarif eder. İklim ve mevsimlerin döngüsüne kulak vererek, her biri birer “doğa okuryazarı” insanların üretimle, dille, kültürle şekillenen yaşamları binlerce yıldır Anadolu coğrafyasını yeryüzünün en eski üretim okullarından biri haline dönüştürmüştü.
Kitabı, defteri, diploması olmayan; hafızalarda taşınan bilgiyle kuşaktan kuşağa aktarılan bu yaşam okulunun derslikleri ise su kıyıları, ormanlar, çayırlar, yüksek yaylalar ve her birine bir ad verilen milyonlarca yıllık kayalardı.
Sandras Dağının eteklerindeki ormanlardan bir görünüm.
KÖYCEĞİZ GÖLÜNE SUYUN HAFIZASI
Artık Nam Nam Çayı’nın 30 kilometreyi biraz geçen bu kısa yolculuğunda, sonun başlangıcı olan bir başka evreye gelinir ve Kirişlik Yurdunu selamlayıp geçen sular Kumcuk’tan Kocagöl mevkiine ulaşır ve Köyceğiz Gölü ile buluşur. Binlerce yıldır akışıyla Sandras’ın zirvesine düşen kar tanesinin bereketini Köyceğiz Ovası’na taşıyan Nam Nam Çayı, parçası olduğu coğrafyanın hafızasıdır. İnançlar ve kültürler yaratan, üzerinde yaşayan nice cana can veren, akışına ve ahengine uyulmadığı zamanlarda da can aldığı da olan bir suyun öyküsüdür bu. Çiçek Baba’nın ak köpüklerden gelinlikler giydirip Ege’ye gelin ettiği güzel kızı Nam Nam Çayı, kimi zaman hırçın, kimi zaman da nazlı nazlı akar durur. Bugün dağlarında iş makinelerinin, dev kamyonların gezdiği coğrafya, sadece üzerinde yaşayanların kaderi değil, aynı zamanda kurduyla kuşuyla, insanıyla ağacıyla bir bölgenin hafızasıdır da.
Nam Nam Çayının Köyceğiz Gölüne döküldüğü bölgeden uydu görünümü.
BU DAĞLAR BİZİM HAFIZAMIZ
Yalnızca birkaç yıllık kısa vadeli rant hırsı ve “zengin kaynakların yoksul bekçisi mi olalım” yalanıyla bir coğrafya üzerinde yaşayan halkın hafızasından çalınıyor. İkizdere’den Toroslara, Kaz Dağı’ndan Amanoslara, Dicle’den Büyük Menderes’e coğrafya yangın yeri gibi. Yağma ateşinin düştüğü her bölgede bir avuç insanın çırpınışı yetmiyor bu büyük yangını söndürmeye. Bugünlerde her birimiz bir dereyi, binimiz bir vadiyi, milyonumuz bu güzel ülkenin dağlarını, yaylalarını tutmalıyız: “Bu dağlar, bu sular, bu kıyılar, bu kentler, bu sokaklar bizim hafızamız, vermiyoruz” diyebilmek için…
HABER: YUSUF YAVUZ