Havanın doğal yapısındaki bileşimi değiştiren, katı, sıvı ve gaz formlarda bulunabilen kimyasal maddeler "emisyon kirleticiler" olarak adlandırılıyor. Doğa olayları sonucu ya da insan eliyle atmosfere karışan emisyon kirleticiler atmosfere yayılınca kimyasal reaksiyonlar oluşturmakta, hava akımları ile karışarak, dağılmakta, taşınmakta, yayılmakta. Emisyonlar, ozon tabakasını inceltip, dünyanın “damını” deliyor; gezegenimizin ateşini yükseltiyor, küresel ısınmaya neden oluyor. Küresel ısınma buzulları eritiyor, yeryüzünün dengesini bozuyor. Orman alanlarındaki kıyım inanılmaz boyutlarda. Doğal kaynaklar, maden rezervleri hızla tüketiliyor. Sentetik ürünlerin doğadaki birikimi canlı türlerini tehdit ediyor.
Çoğunluk izleyici konumunda
Bu felaket senaryosunu yaratan serbest rekabetçi kapitalizm ve onun neo-libarel akıl yürütme tarzı. Sorun, bu eksene dayandırılmadığı için çözüm önerileri yetersiz kalıyor. Ekolojik yıkımın ulaştığı boyut karşısında çoğunluk izleyici konumunda. Sorunun kaynağına yönelik uyarılar, radikal çözüm önerileri toplum çoğunluğunda karşılık bulmuyor, kötümser senaryolar üretilmesinin dışında etkili olmuyor. Kör piyasa güçleri ve acımasız rekabete dayanan iktidar odaklarından etik taleplerde bulunmak da bir anlam ifade etmiyor.
Kardeşimin acısından bana ne!
“Daha iyi bir dünya”, “daha iyi bir yaşam”, doğal kaynakları talan etmeden, insanları sömürmeden gerçekleşmez kabul ediliyor. Dayanışma, tamamlayıcılık, karşılıksız / koşulsuz sorumluluk duygumuz egoizmimize, bireyciliğimize yenik düşüyor. Egemen düşüncenin bizi vardırdığı nokta, “daha iyi bir yaşam”ın başkalarını göz ardı etmekle, “kardeşimin acısından bana ne", "doğanın talanından bana ne” demekle, insani duyarlılığımızı kaybetmekle mümkün olacağını vaaz ediyor.
Daha iyi bir dünya imkân dahilindedir
Bu kötümser tabloya yenik düşmemek, bu tabloyu edilgen bir nihilizm olmaktan çıkarmak, “daha iyi bir dünya” idealimizin merkezine insanın doğayla ilişkisini koymakla mümkün. İnsanın doğayla ilişkisini merkeze koyan bu düşünce, doğayı "müzeci" yaklaşımlara, salt koruma yaklaşımlarına teslim etmekle sınırlamıyor. “Ekolojik toplum” düşüncesi, kendini, toplumsal kalkınma ve gelişmenin uzun vadeli iktisadiliğini de garanti altına alan yeni bir bilim paradigması olarak ifade ediyor. Ekolojik toplum düşüncesi, toplumu bir sistem, bir megamakine kılan her şeyi ortadan kaldırarak, bireyselliklerin özgür gelişiminin önünü açacak, kendi kendine örgütlenmiş toplumsallık biçimleriyle krizin aşılabileceğine vurgu yapıyor.
Ekolojik toplum sistemi
Bu proje, verimlilik ve kârlılığın arttırılması esasına dayalı ekonomik rasyonalite söylemini reddederek toplumsal ve kültürel gereksinimlerin temel alındığı bir toplumsal ve ona uygun siyasal örgütlenmeyle; ekonomik ve teknik gelişimin, toplumsal olduğu kadar ekolojik de olan bir temelde yükselen, bireylerin karşı-iktidarlar olarak kendilerini örgütleyebildikleri anti-kapitalist, ekolojik, toplumcu bir sistemde gerçekleştirilebilir.