Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Kemer’de yaşanan tekne kazasında hayatını kaybeden Ali Bahar’ın ardından yeni yönetim kurulu üyeleriyle ilk meclis toplantısını gerçekleştirdi. Başkan Ali Bahar’ın yerine meclis üyeliğine kardeşi Berkay Bahar getirildi. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Hacısüleyman, ekonomiye yönelik değerlendirmelerde bulundu.

"YAŞANAN DÜŞÜŞ BİRKAÇ AY DAHA DEVAM EDECEK"

Antalya Körfez Gazetesi Muhabiri Ertuğrul Gün'ün haberine göre yılın son 4 ayına girildiğine işaret eden Yusuf Hacısüleyman, “Şu ana dek Türkiye’nin ekonomik göstergeleri büyük ölçüde beklediğimiz gibi seyrediyor. Son aylarda üretim ve iç satışlarda firmalarımız oldukça zorlanmaya başladı.  En büyük sorunumuz olan enflasyonun aşağı çekilmesi ülke olarak, birinci önceliğimiz olmakla birlikte, firmalarımızın da ayakta kalmasını, bu süreci minimum hasarla atlatmalarını istiyoruz. Mayıs ayında yüzde 75,5 ile zirve yapan enflasyon Haziran’da yüzde 71,6’ya, Temmuz’da ise yüzde 61,8’e düştü.  Baz etkisiyle başlayan bu düşüşün birkaç ay daha devam etmesini bekliyoruz, ancak önemli olan baz etkisi ortadan kalktıktan sonra da enflasyonun gerilemeye devam etmesidir. Bunun için toplumun tüm kesimlerinin bu sürece inanması gerekiyor. Piyasa katılımcılarının 12 ay sonrası için TÜFE beklentisi yüzde 30 iken, reel sektör yüzde 55, hane halkı ise yüzde 72 oranında beklenti içinde. Bu kopukluk, tüm kesimlerin enflasyonun düşeceğine ikna edilmesini zorunlu kılıyor” dedi. 

“FİNANSMAN MALİYETLERİ YÜKSEK OLSA DA KREDİYE ERİŞİM ENGELLENMEMELİ”

“Antalya iş dünyası olarak, enflasyonun ülke ekonomisi, işletmelerimiz ve halkımız için büyük bir tehdit olduğunu biliyor ve fiyat istikrarını sağlamak için elimizden geleni yapıyoruz” sözlerine yer veren Yusuf Hacısüleyman, “Ancak, yüksek seyreden enflasyonun maliyetleri yukarı çekmesi ve tüketicilerin satın alma gücünü hızla azaltmasıyla birlikte, yeni vergi düzenlemeleri ve zamlar maliyetleri daha da artırıyor. Üstelik kredi kullanımımız hem yüksek faiz oranları hem de miktar sınırlamaları nedeniyle sınırlı kalıyor. Şirketlerimizin ayakta kalması için ticari krediler üzerindeki sınırlamaların kaldırılmasını bekliyoruz. İşletme kredileri yatay seyrediyor ve finansman maliyetleri yüksek olsa da krediye erişim engellenmemeli.  Ekonomimizde birçok alanda üretim maliyetleri hızla artıyor. Tarımda, konutta, turizmde ve reel sektörde yüksek maliyetler hem üreticileri hem tüketicileri zorluyor. Bu durum, Türkiye’de üretim maliyetlerinin genel olarak yüksek olduğunu ve bu maliyetlerin düşürülmesi gerektiğini açıkça gösteriyor” açıklamasında bulundu.

“DÜŞÜK MALİYET VE DÜŞÜK FİYAT POLİTİKASI İLE DİĞER ÜLKELER İLE REKABET EDEMİYORUZ”

Enflasyonla mücadele için kredi maliyetlerinin bir süre daha yüksek kalacağını bildiklerini ifade eden Yusuf Hacısüleyman, “Ancak diğer üretim faktörlerinin maliyetlerinin de acilen düşürülmesi gerekiyor. Çalışanların ücretlerini ve vatandaşların satın alma gücünü koruyarak arzı ucuzlatmak zorundayız. 2021’de başlayan yanlış ekonomi politikalarının etkilerini yaşıyoruz ve bu durumun düzeltilmesi zaman alacak. Enflasyonun düşmesi zaman alsa da, aceleci faiz indirimleri büyük zararlara yol açabilir.  Şu an en çok sıkıntıyı vatandaşlar ve çalışanlar çekiyor, ardından şirketler geliyor. Hepimizin bu sürece sabırla yaklaşması gerekiyor. Şu anki dezenflasyon programından sapmak büyük zararlarla sonuçlanabilir. Programın mükemmel olmadığını biliyoruz, ancak başka bir yolumuz da yok. Enflasyonla mücadelede geciken maliye ve harcama politikaları, yapısal sorunlarımızı çözme konusundaki yavaş ilerlemelerle birleşti. Ayrıca, yüksek teknolojiye yönelik çabalarımızda ilerleme kaydedemedik. Türkiye olarak, orta gelir tuzağından çıkabilmek için işletmelerimizin rekabet gücünü artıracak dönüşümlere acilen ihtiyacımız var. Öyle bir seviyedeyiz ki; artık eskisi gibi düşük maliyet ve düşük fiyat politikası ile diğer ülkeler ile rekabet edemiyoruz. Çünkü bizde maliyetler yüksek. Kalkınma, eğitim düzeyi, küresel standartlara uyum Türkiye’deki ücret düzeyini yukarı çekti. Bu artık aşağı inemez. Yani düşük gelirli ülkelerle rekabet şansımız azaldı. Ama diğer taraftan ülkemizdeki teknolojik seviye de henüz istediğimiz düzeyde olmadığı için gelişmiş ülkelerle rekabette de zorluk yaşıyoruz” diye konuştu. 

“BUGÜN ENFLASYON MUHASEBESİ TAM TERSİ BİR EKONOMİK KONJONKTÜRDE UYGULANIYOR”

Son günlerin en tartışmalı konularından birisinin de enflasyon muhasebesi olduğuna dikkat çeken Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Hacısüleyman, “Aslına bakarsanız, konu bir yıla yakındır ülke gündeminde ancak vergi dönemleri geldiğinde tartışma yeniden alevleniyor. Düzenlemede eksik bulunan ya da hatalı olduğu düşünülen noktalar doğal olarak iş dünyası temsilcileri tarafından yüksek sesle gündeme taşınıyor. Enflasyon muhasebesi, enflasyonun mali tablolarda yarattığı yanıltıcı etkileri ortadan kaldırmak amacıyla uygulanıyor. Vergi Usul Kanunu’na göre belirli şartlar altında zorunlu hale gelen bu uygulama, 2024 yılında tekrar yürürlüğe girdi. Ancak, 2021’deki ertelenmeden sonra bu uygulamanın bugünkü ekonomik koşullarda firmalar üzerinde önemli zorluklar yarattığı görülüyor. Türk iş dünyası enflasyon muhasebesini 2003 ve 2004’te de tecrübe etmiş olmasına rağmen, yıl başladığında, pek çok kişinin aklına, şu anda yaşanan sorunlarla karşılaşılabileceği gelmemişti. Biraz sonra özetleyeceğim sorunların bugün çok can yakıyor olmasının ardında, yirmi yıl önceki konjonktür ile bugünkü konjonktür arasında yatan önemli bir fark var.  Türkiye 2001 yılında büyük bir ekonomik kriz yaşamış, ekonomi daralmış, yıllık enflasyon yüzde 69’a çıkmıştı. Enflasyon 2002’de yüzde 30’a, 2003’te yüzde 18’e ve 2004’te yüzde 9’a düştü. Yani 2003-2004 döneminde enflasyon muhasebesi uygulanırken, enflasyon yüzde 18 ve yüzde 9’du. Türkiye yeniden büyümeye başlamıştı. Hem iç talep, hem ihracat oldukça canlı bir performans gösteriyordu. Kredi faizleri oldukça düşüktü, ülkeye dışarıdan yatırımlar artmaya başlamış, AB ile son derece pozitif bir gündem yakalanmıştı. Bugün enflasyon muhasebesi tam tersi bir ekonomik konjonktürde uygulanıyor. Sıkılaşma tedbirlerinin en kritik dönemindeyiz. Enflasyon yüzde 75’ten yeni yeni düşmeye başladı. Yurtiçi satışlar soğuma dönemine girdi. Üstelik ihracat pazarları da durgun. Kredi faizleri çok yüksek ve kredi büyüme oranlarına sınırlama getirildi. Yani bankalar müşterisi faize razı olsa da istediği kadar kredi kullandıramıyor” dedi.

“KAZANÇTAN ALINMAYAN AMA VARLIKLARIN DEĞERLENMESİNDEN ALINAN BİR VERGİ İLE KARŞI KARŞIYA KALIYORUZ”

Enflasyon düzeltmesi için bilançoda yer alan parasal olmayan kalemler üzerinde yapıldığını parasal kalemlerde değişiklik yapılmadığını savunan Hacısüleyman, “Bu çerçevede stoklar, demirbaşlar, hatta henüz devam eden yatırımlar yeniden değerleniyor ancak kasada duran nakit, bankadaki nakit, alacaklar ve borçlar enflasyon değerlemesine tabi tutulmuyor.  Bu durumda elinde yüksek mal stoğu olan firmalar, yeni yatırım yapan firmalar, özkaynakları zayıf borçluluk oranı yüksek firmalar büyük zorluklarla karşılaşıyor.  Öyle örnekler var ki; henüz yatırım aşamasında olup, üretim ve satış başlamayan şirketler ek vergilerle yüz yüze kalıyor.  Stoklarında hazır malı olan ancak bunları satamayan işletmelere ek vergi doğuyor. Ya da elindeki stoğu enflasyon değerlemesine tabi tutan (diyelim ki malın değeri 100 TL’den 150 TL’ye çıktı), ancak zararına satış yapan (120 TL) firmalar bile daha yüksek vergi ödüyor. Buna karşılık güçlü özsermayesi olan, borcu az olan, elindeki nakdi mala, demirbaşa, yeni yatırıma bağlamayan firmalar uygulamadan pek de zarar görmüyor. Dolayısı ile, kazançtan alınmayan ama varlıkların değerlenmesinden alınan bir vergi ile karşı karşıya kalıyoruz. Ülke genelinde toptan ve perakende satışlarda yavaşlama hatta gerileme varken, kredi faizleri yüksek ve kredi kullanımı zorken, işletmelerin ayakta kalmaya ihtiyacı varken, sistem, firmaları daha da zor duruma sokuyor” ifadelerine yer verdi. 

“TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAVAŞLAMA İŞARETLERİ İYİCE BELİRGİNLEŞTİ”

Böyle bir ortamda yalnızca ceza kesme odaklı denetimler yapılmasının bu tedirginliğin daha da artmasına neden olduğuna dikkat çeken Hacısüleyman, “Hepimizin yakından şahit olduğu gibi Türkiye ekonomisinde yavaşlama işaretleri iyice belirginleşti.  Sanayi üretimi çok zayıfladı, Haziran’da yüzde 4,6 düştü.  PMİ endeksi son 13 ayın 11’inde 50’nin altında değer aldı ki bu da sanayinin zor durumda olduğunu gösteriyor.  Perakende satışlardaki reel büyüme yüzde 20’lerden tek hanelere indi.  Kredi kartı ile yapılan harcamalarda keskin bir yavaşlama var. Konkordatolar ve ödenmeyen çek-senet sayısı artıyor. Son olarak işsizlik Mayıs ayında yüzde 8.5 iken Haziran’da yüzde 9.2’ye yükseldi. Temmuz-Ağustos’ta ve sonbaharda işsizlikte artışın devam ettiğini göreceğiz. Artık yavaşlamanın daha ciddi sorunlara dönüşmemesi için son kavşaktayız. Yakın zamanda bu gidişatta değişiklik yapacak önlemler alınmazsa çok daha ciddi yan etkiler görmeye başlayacağız.  Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet Yılmaz ve Hazine-Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek başta olmak üzere ekonomi yönetiminin bu uyarılarımızı dikkate almasını, sorunun sadece iş dünyasının yavaşlayan satışları ve karlılığı olmadığını, değerlenen kur nedeniyle ihracatın yara almaya başladığını, çalışanlarımızın ve halkımızın azalan gelirleri nedeniyle büyük sıkıntı içinde olduğunu, enflasyon programından sapmadan, özellikle halkın alım gücünün desteklenmesi gerektiğini bilhassa vurgulamak istiyorum” dedi. 


 

Kaynak: ANTALYA KÖRFEZ GAZETESİ-ERTUĞRUL GÜN