Bir ulusun sanatını yapanların yasalarını yazanlardan daha güçlü olduğunu vurgulayan Shakespeare’e selam yollayarak, bu haftadan itibaren üç bölüm halinde Antalya’daki sanat ortamına eleştirel bir bakış atacak ve kentimizin kültür sürecinde geldiği noktaya dair bakışımızı ortaya koymaya çalışacağız. Sürç-i lisan edersek affola…
Neden-Sonuç İlişkisi
Söze sondan başlayarak girelim: Antalya’da kültür ve sanat adına güzel şeyler oluyor. Bunu, her tezin kendi anti tezini yaratmasıyla izah edebiliriz. Örneğin Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nin kentle bütünleşmiş o güzelim mekânından sökün edilip bir binanın bodrum katına tıkıştırılması ile Den Art, Himmet Öcal Galerisi ya da No4 Platform’un açılması arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurmamız mümkün. 90’lı yıllara damgasını vuran ANSAN da (Antalya Sanatçılar Derneği) benzer bir süreç yaşadı, bir nevi sürgüne gönderildi; ama bu, yeni oluşumları yolundan döndürmedi. Halkaya, ciddi bir sansür mekanizmasının kol gezdiği devlet tiyatrolarının dışında alternatifler sunan oyuncu girişimlerini ya da Altın Portakal’da yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen sürdürülen sinemasal çalışmaları da ekleyebiliriz. Bir başka deyişle yukarıdan aşağı süzülen bir mekanizmayla kültürel bir çöl iklimini dayatanlar; sivil girişimleri ve yeni, özgür ruhlu bir sanat anlayışını engelleyemediler.
Yeni Mekânlar, Sivil İnisiyatifler
Evet, Antalya’da artık kendi sanat anlayışlarını hayata geçirmek için bir araya gelen genç sanatçıların yarattığı yeni mekânlar var. Büyük umutlarla ve sivil girişimciliğin cesur birer örneği olarak hayata geçirilen bu kurumların emekçileri takipçilerini hızla arttırırken kent kültürünün oluşmasının birer gizli kahramanına da dönüşüyorlar. Muhtemelen bunun sosyolojik ve kültürel sonuçlarını gelecekte çok daha iyi görecek ve Antalya’nın sanat birikiminin oluşma mücadelesinde onlara özel bir sayfa açacağız.
Kuşkusuz tiyatrodan sinema ve reklam sektörüne, plastik sanatlara ya da hobi alanlarına kadar geniş bir alana yayılan bu girişimler, “bağımsız” olmanın zorluklarını da yaşıyor, kendilerini, en çok da ekonomik nedenlerden dolayı bir varoluş savaşının içinde buluyorlar. Mekân kiraları, zorunlu ödemeler, çalışanların masrafları vs. bir süre sonra bu yapılanmaları ticari düşünmeye zorluyor. Kimi zaman kuruluş amaçlarıyla çelişme pahasına birer etkinlik kiralama alanına dönüşen oluşumların kendilerini yeterince özgür hissedememeleri, kuşkusuz Antalya’nın genel sanat ortamıyla ilintili. Bu da sözünü ettiğin oluşumlara yeterince destek verilmemesi konusunu gündeme getiriyor.
Yerel Yönetimler ve Sanat
İçinden geçtiğimiz süreç, kentin kültür politikalarının oluşmasında yerel yönetimlere çok iş düştüğünü göz önüne serdi. Ama ne yazık ki bu kurumların sanata bakışı da gündelik politik alana hapsoluyor; içerik, siyasal amaca kurban ediliyor. Belediyelerin sosyal medyadaki sanat sayfalarına göz attığımızda, çoğunluğu ithal edilmiş, ücretli konser ve oyunların tanıtımının yapıldığını görüyoruz. Bağımsız ve yerel yapılara destek, dışarıdan misafir olarak getirilen etkinliklere ayrılan bütçenin yanında devede kulak bile değil.
Yerel yönetimlerde görev yapan kimi kültür sorumlularının, “içerideki” girişimlere dudak büktüğüne, yapılan çalışmaları bütçelendirirken işi yokuşa sürdüğüne defalarca tanık oldum. Ellerinde inisiyatif bulunduranların sanat hayatından şaşırtıcı derecede uzak olmaları ve işin kültürel boyutundan çok bürokratik kısmına kafa yormaları, kentin gelişmeye muhtaç kültürel dinamiğinin önünde set oluşturuyor. İnsan kaynağı sıkıntısını gündeme getiren bu durum; verilen desteğin, düşük ücretlerle -ya da ücretsiz- yapılan salon tahsisine indirgenmesine yol açıyor. Umarım kimi yöneticiler, Antalya’yı geleceğe taşıyacak ruhun, bugünün amatör sanatçılarının omuzlarında yükseleceğinin farkına varırlar.
Devam edeceğiz…