Antalya’da son yıllarda artan Güneş Enerji Santralleri (GES), Hidroelektrik Santraller (HES), taş ve maden ocakları tepki çekmeye devam ediyor. Antalya gibi turizm ve tarım potansiyeli yüksek bir bölgede son yıllarda artış gösteren projeler hem bölge halkları hem de uzman isimler itiraz etti. Enerji ve madencilik projelerinin doğal alanlarda yoğunlaşması, bölgenin flora ve faunasını tehdit ederken, özellikle dağlık ve ormanlık alanlarda geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açtı. Uzmanlar, bu projeler için verilen izinlerin büyük kısmının masa başında, yeterli çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan onaylandığını belirtti. Son olarak Antalya’nın doğal gerdanlığı olarak bilinen Doyran’da yapılması planlanan HES projesi, Antalya Büyükşehir Belediyesinin ÇED raporuna olumsuz görüş bildirmesinin ardından iptal edilmişti. Manavgat Oymapınar Barajı üzerine yapılması düşünülen GES projesine ise itirazlar devam ediyor.
"MADEN OCAKLARI KONUSUNDA TÜMDEN REDDEDİCİ DEĞİLİZ"
Kâğıt üzerinde hızla verilen izinlerin sonucunda hayata geçen projelerin etkilerini değerlendiren çevre uzmanları, bu yatırımların bölge ekosisteminde büyük zararlara neden olduğunu ifade etti. Son yıllarda sayısı hızla artan projeler Antalya Ticaret Borsası Başkanı Ali Çandır’da gündemine taşıdı. Çandır, “Kent olarak bir taraftan iklim değişikliği ve su kaynaklı sorunlarla boğuşurken, diğer taraftan güneş enerji santrali (GES) ve hidroelektrik santrali (HES) projeleri ile kentimiz ve bölgemizdeki taş ve maden ocakları konusu gündemi meşgul ediyor. Oysa ki Antalya’yı Antalya yapan tarihi, doğası, taşı, toprağı ve iklimidir. Bizler GES, HES, taş ve maden ocakları konusunda tümden reddedici değiliz. Merkezden kâğıt üzerinde ve uzaktan algılamayla verilmiş izinlerin yerelde yarattığı tahribat ve tepkilerin yansımalarını sürekli yaşıyoruz” dedi.
"GÖNLÜMÜZ RAZI DEĞİL"
Antalya Körfez Gazetesi muhabiri Ertuğrul Gün'ün haberine göre projelerin hayata geçirilmesi noktasında yerel halkın ve uzmanların görüşlerinin mutlaka alınması gerektiğine dikkat çeken Çandır, “Bu yöntemin mutlaka yereldeki taraflarla ve paydaşlarla etkili bir düzeyde değerlendirmesinden sonra harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü doğaya verdiğimiz tahribata değip değmediğine bakmamız gerekir. Dağlarımızın delik deşik edilmesine, tarımsal potansiyelimizin yok edilmesine, havamızın bozulmasına ve sularımızın zarar görmesine gönlümüz razı değil. Bugünün ihtiyaçları için gelecek nesillere tükenmiş bir şehir devretmeye hakkımız yok. Dolayısıyla kentimiz ve ülkemiz bütçesine gelir sağlayan ve hatta döviz kazandıran bu alanlarda izin verilen ya da verilecek olan her türlü faaliyetin olumsuz etkileri de iyi hesap edilmelidir. Bu kentin havasına, suyuna, taşına, toprağına, tarihine ve doğasına sahip çıkmak hepimizin boynunun borcudur” sözlerine yer verdi.