Dünyada yayınlanan ilk film eleştirilerinin, yedinci sanatın geniş kitlelerle buluşmasının hemen ardından gündeme geldiği hatırlanırsa, olgunun 100 yılı aşkın bir birikimi ardında bıraktığı anlaşılır. Dünden bugüne kendi düzleminde büyük bir evrim geçiren sinema eleştirisi, içerdiği anlam ve üstlendiği misyondan olsa gerek, başlangıç noktasından günümüze hep tartışma konusu olmuştur. Eleştirinin Kökeni Terry Eagleton, tarihsel kökenini, “Eleştiri, Modern Avrupa’da, saltıkçı devlete karşı verilen savaşımdan doğmuştur. Devlet ile sivil toplum arasında denge kuran bu burjuva ‘kamu alanı’, akla uygun söylemlerin özgür ve eşit alışverişi için bireylerin bir araya gelerek düşüncelerinin etkili bir siyasal güç olduğunu düşündükleri görece birleşik toplulukla kendilerini toplumsal kurumlar evreninin içine aitti” şeklinde özetlemiştir. Türkiye’de özellikle 50’lerin ikinci yarısından itibaren anlamını sorgulamaya başlayan kurum, 80’in beraberinde taşıdığı ölü toprağından uzun süre silkinememiş, düne ait tüm değerlerin büyük bir altüst oluşa uğradığı ve eskinin yerine yeni ve bambaşka şeylerin konduğu bir süreçte yaşam mücadelesi vermişti. Dergilerin büyük zorluklarla yolculuğunu sürdürebildiği, günlük gazetelerde analizin görsele yenildiği günümüzde ise eleştirinin kalbinin internette attığını ve bu duruma paralel olarak yeni bir eleştirmen kuşağının varlığını hissettirmeye başladığını söyleyebiliriz. Tuncan Okan’dan Haftanın Filmleri Temellerinin Burhan Arpad, Semih Tuğrul, Tarık Dursun, Çetin Özkırım, Attila İlhan ve Metin Erksan’la atıldığını söyleyebileceğimiz 50’lerin sinema eleştirisine eklemlenen önemli bir halka olan Tuncan Okan’ın gazete yazıları, geçenlerde, sinema yazınımızın bir başka duayeni Agâh Özgüç’ün çabaları sonucu okurla buluştu. Türkiye’de filmlere yıldızlama sistemini başlatan isim olarak da anımsanan Okan’ın yerli ve yabancı filmler üzerine kaleme aldığı yazıların bir bölümünü bir araya getiren ve Horizon etiketiyle yayınlanan “Haftanın Filmleri”, sinema yazınına ilgi duyan okuyucunun ilgisini bekliyor. Eser, eleştirinin önemli isminin, Antonioni ya da Visconti’den esirgemediği yıldızları, söz konusu Elia Kazan ve Hitchcock olduğunda neden cömertçe kullanmadığını gözlemek ve dönemin eğilimlerini algılamak için büyük bir fırsat sunuyor. Benzer şeyler, ulusal sinemanın çarpıcı örneklerine ve yönetmenlere getirilen eleştirilerde de göze çarpıyor. (Konuyla ilgili bir başka çarpıcı çalışmanın, gazetemiz yazarı Tunca Arslan’ın Kırmızı Kedi’den yayınlanan “Eleştirmenleri Vurun” adlı eseri olduğunu hatırlatalım.) Eleştiriyi Eleştirmek Eleştiriyi, hiç kuşkusuz 30 yıl öncesinin ‘yeni sağ’ dalgasının günümüzdeki uzantısı olan, bol yaldızı ve cilasıyla ruhumuzu teslim alan küreselleşmenin sonuçlarından; popüler kültürün reklâma ve tanıtıma indirgenmiş bakışından soyutlayamayız. Sinemanın tüm ticari sırlarını çözmüş olan, halktan yeterince ilgi gör(e)meyen yapımları yalnızca bu gerekçeyle küçümseyen, klasikleri yeniden izlemeyi öneren sinema adamlarını ‘çağın gerçeklerini görememekle’ ve ‘geri kafalılıkla’ suçlayan bir anlayış egemen gibi görünse de, eleştirinin bir kurum olarak yedinci sanatın gelişimine katkıları göz ardı edilmemez. Eleştiri, İngiliz emperyalizminin yeni bir atılımın peşinde koştuğu günlerde sayısı hızla artan Churchill ya da 2. Dünya Savaşı filmlerinin nedenini, son Spielberg filmindeki 80’ler güzellemesinin anlamını sorgulamamız, “Kelebekler”i ele alırken filmin devlet katkısından soyutlanmasının nedenleri üzerine kafa yormamız açısından gerekli bir kurumdur. Çünkü perdeye yansıyan bir film, hiçbir zaman yalnızca bir film olmamıştır!