Diğer Yazıları Bu haftaki köşe yazıma bir özeleştiriyle başlamak istiyorum. Doğrusu, yıllardan bu yana bıkıp usanmadan Altın Portakal üzerine yazılar kaleme alan bir sinema yazarı olarak, bu kez yanıldığımı itiraf ediyorum. Festivalde ulusal yarışmanın kaldırılmasının ardından gerçekleşecek ilk organizasyonun sinemasal bakımdan neredeyse “kusursuz” olarak planlanacağını, film seçkisinden jüriye ve getirilecek konuklara kadar hemen her şeyin eksiksiz olacağını varsaymıştım. Evet, yanıldım! TÜRSAK Vakfı ile ortak gerçekleştirilen ve o dönemde sıklıkla “ulusal sinemaya daha az önem verildiği” eleştirileriyle karşılanan festivallerde bizlere verilen yanıt daima “muhteşem” olurdu. Bir bakardınız, ömrü hayatınızda görmenin olanaksız olduğu Francis Ford Coppola’ya basın toplantısında sorular soruyorsunuz. After Party’nin ilerleyen bir saatinde karşınıza Kevin Spacey çıkıyor, selamlaşıyorsunuz! Michael Madsen ve Woody Harrelson’ın kavgalarına tanık oluyorsunuz ve inanın bu, size Gülben Ergen’le Yeşim Salkım tartışmasından daha çok keyif veriyor. Bütün bunlar az şey mi? Yeni açıklanan uluslararası yarışma seçkisi ve onları değerlendirecek jüri üyeleri, o yıllarla kıyaslandığında, “dağın fare doğurmasını” andırıyor. Kendi adıma Kaurismaki ve Begic filmleri bir yana, öğrencilerimle birlikte merakla beklediğim “Loving Vincent” dışında beni heyecanlandıran bir yapıma rastlamadım. Bu tabloya, Hollywood ünlülerinin takılması muhtemel “vize krizi” de eklenince manzara iyice açığa çıkıyor. İşin şakası bir yana, sinema kamuoyu adına olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Kökleri 54 yıla yayılan, yalnız sinemamızın değil, kültürel ve politik yaşamımızın da en önemli tanıklarından Altın Portakal, ülkedeki kimi aydınların kaderini paylaşıyor, sürgüne çıkıyor! Bu konuda en başarılı haberleri yapan ve ulusal basının da bir adım önünde seyreden Antalya Körfez’in değerli okuyucularının takip ettiği üzere, adı “54. Ulusal Yarışma” olarak belirlenen bir organizasyon, Antalya’yla eş zamanlı bir etkinlik düzenliyor ve yeni ulusal filmlerden oluşan bir seçkiyle Beyoğlu Sineması’nda izleyicinin karşısına çıkmayı hedefliyor. Hafta içinde görüşme olanağı bulduğum, projenin yürütücülerinden yönetmen Kaan Müjdeci’ye “Filmlerimizle ve hayallerimizle; Bir Gün Yine Döneceğiz O Şehre” sloganına karşılık, “o şehrin çok da uzakta olmadığını” söyledim. Antalya, yarım asrı aşkın zamandır olduğu gibi ulusal sinemaya ev sahipliği yapmayı yine sürdürecektir; belki bugün değil, ama yarın mutlaka! Geçmişte kısa ve belgeselleri “daha ön plana çıkarmak” gibi sanatsal gerekçelerle tedavülden kaldıranlar kayıplara karıştılar, memleketin diğer festivallerine yelken açtılar. Festivalin yeni yöneticilerinden biri sürekli “çıtayı yükseğe koymaktan” söz ediyor; sinemamızı uluslararası platformla buluşturmaktan dem vuruyor ve bunu gerçekleştirme adına ilk hamle olarak ulusal yarışmaya yasak koyuyor. Kimsenin kuşkusu olmasın, o da rotasını başka bir yöne çevirecektir yakında… Portakal, ait olduğu topraklara yine dönecek, sinemaseverler, Onat Kutlar’ın deyişiyle bu “halk şenliğinin” etrafında halaya duracaklardır. Yazımızı, “54. Ulusal Yarışma”nın yaratıcıları tarafından kaleme alınan manifestodan bir bölüm ile noktalayalım: “Önce yarışmamızı geri istiyoruz. Kendimizi uluslararası alana tanıtma baskısını hissetmeksizin, önce birbirimizi tanımak ve anlamaya çalışmak istiyoruz. Yeni sinemacılarla tanışmak ve onları deneyimli meslektaşlarıyla buluşturmak istiyoruz. Belgesel kategorimizi geri istiyor, daha fazla belgeselin görünür olmasını arzuluyoruz. Kısa filmlerin hak ettiği değeri kazanmasını istiyoruz. Ödüllerimizi, ödül törenlerimizi geri istiyoruz. Dünyaya seslenen, sözünü özgürce söyleyen sinemacılarımızı izlemek istiyoruz. İzleyiciye, sinemayı keşfetme fırsatının verilmesini istiyoruz.” Diğer Yazıları