Erdoğan, CHP için her fırsatta, “Dikili bir ağaçları bile yok” diyor. Ciddi bir çarpıtma ve inkar var bu cümlede. Bir kere tarihi 2002’yle başlatan bir siyaset çalımıyla karşı karşıyayız. Ayrıca bu ülkedeki en güçlü dikili ağaç ‘Cumhuriyet’ olsa gerektir. Her ne kadar ‘cumhuriyet’in eksiğini, gediğini, noksanını, yanlışlarını söylesek, eleştirsek, daha ilerisini savunsak da, saltanattan, monarşiden halk iktidarına geçişi köprüye, tünele, duble yola değişmek mümkün değil. Ayrıca bütün bu icraatlar, köprüler, yollar ‘dikili ağaç’ yerine konmayan Cumhuriyet’in maddi kazanımları, birikimi, bilançosuyla olmaktadır. CHP’yi kuran kadrolar hiçbir şey yapmamış olsalar bile, tek başına cumhuriyet ve TBMM pratiği ne büyüklükte bir ağaç diktiklerinin en canlı şahididir. Ki bu ülkeye kazandırılan bir dolu fabrikanın, limanın, tesisin, kurumun, kuruluşun, üniversitenin, hukuk birikiminin altında CHP’nin imzası vardır. Haksızlık etmemek lazım. OHAL altında referandum Cumhuriyet, en basit tanımıyla, iktidarın, yetkinin sultandan alınıp, halka verilmesidir. Bugünün iktidarının ‘milli irade’ dediği güce yani… ‘Milli irade’yi ağzından düşürmeyen iktidar, o milli iradenin nasıl oluşacağı konusunda ise sağıra yatıyor. Bütün düşünce ve kanaatlerin özgürce anlatılamadığı, aktarılamadığı bir kitlenin verdiği kararın sağlıklı bir irade olduğu söylenemez. Anayasa referandumuna OHAL şartları altında gidiyoruz ki, öncelikli bu, ‘milli irade’nin sağlıklı bir şekilde tecelli etmesine engel. ‘Evet’ propagandası yapanlara, devlet ve kamu olanakları da dahil, bütün kaynaklar, güçler, kolaylıklar sonuna kadar açılırken, ‘hayır’ için çalışanların yaşadığı baskıları, engelleri hep birlikte görüyoruz. Belediyelerin, devlet kurumlarının, iktidara yakın derneklerin üyelerine AKP mitinglerine katılım zorunluluğu getirmesi, miting meydanlarında yoklama alınması, insanların işle, güçle, ekmekle, hatta ve hatta gözaltıyla korkutulması şartların ne kadar antidemokratik olduğunun kanıtı. 12 Eylül’ün yüzde 91.37’si Sandığa gitmek sözün milli iradeye bırakılması değildir. İktidar ve siyaset o milli iradenin bilincinden sorumludur. Vatandaşın her görüşe özgürce, engelsizce, yasaksız bir şekilde ulaşması, her fikri eşit şekilde tartması ve kararını ondan sonra vermesi bir seçimi demokratik kılar. Bunun aksini en acı şekilde 12 Eylül anayasasının oylamasında yaşadık. ‘Milli irade’ faşist anayasaya yüzde 91.37 oranında ‘evet’ dedi. ‘Hayır’ propagandası yapmanın yasak olduğu, ‘hayır’ diyenlerin terörist, vatan haini, dış mihrak olarak yaftalandığı, yargılandığı bir ortamda ‘milli irade’nin başka türlü oluşması mümkün değildi zaten. Üzerinden 35 yıl geçti. Fakat bu süre zarfı içinde halen ders çıkartamamış olmamız acı. Dönüp dolaşıp aynı tartışmaların arasına dönmek, o puslu, boğucu havanın her yana çökmeye başlaması üzücü. ‘Toplum vicdanı’ beklemede Fakat bütün bunlara rağmen halkın vicdanı gereğini yapacaktır. Çünkü o vicdanı inciten çok şeyler oldu bu süreçte. Bir sürü acı kare, dehşet fotoğrafı hafızalarda bütün tazeliğiyle duruyor. Gidişata AKP içinden de sarı kart gösterenler olacaktır. Kulağımıza geliyor. Bazılarına da tanık oluyoruz. ‘Milli irade’nin baskılandığı, seçeneksiz hale getirilmeye çalışıldığı, alternatif seslerin kesildiği durumlarda ortaya ‘toplum vicdanı’ çıkar. İktidarın pek sevdiği ‘milli irade’den daha büyük, daha etkili bir güçtür o. Demokrasi de zaten bir vicdan rejimidir. Çoğunluğun değil, azınlığın çoğunluk karşısındaki hukukunun, varlığının, haklarının güvencesidir. O yüzden çoğunlukçu değil, çoğulcu demokrasi diyoruz. Toplumu birleştirici değerlerin ayrıştırıcı fay hatları haline getirilmesi, AKP’ye oy verenlerin Müslüman, diğerlerinin kafir görülmesi, ‘hayır’ diyenlere terörist, dinsiz, kitapsız, hain muamelesi yapılması toplum vicdanında geri tepecektir. Ziya Paşa’nın “Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri” sözünden yola çıkarak köprü yapmayı insanlığa eş değer, eleştirmeyi ya da başka öncelikleri savunmayı ‘eşeklik’ olarak gören, bunu ima eden siyaset anlayışının boğduğu ülkemiz, bu gömleği üzerinden atacaktır.