Kritik bir eşikteydik.
İptal edilecek/edilmeyecek diye iddialara girilen bir sürecin sonunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri YSK’nın aldığı çok şaibeli bir kararla iptal edildi. Bu kararın hukuki olup olmadığının ayrıntılı tartışmasına girmeye hiç gerek yok. Kanunun açık hükmüne, YSK’nın önceki kararlarına göre elbette bu seçimlerin iptal edilmemesi gerekirdi. Daha da ötesi ortaya seçimin iptaline ilişkin tek bir geçerli gerekçe sunulmuş değil. Bildiğimiz tek iptal gerekçesi, seçimi AKP’nin kaybetmiş olması!
Üstelik Büyükşehir Belediyesi yanında aynı zarftan çıkan ilçe belediye seçimlerinin iptal edilmemesi, her mantık yürüten yurttaşın varabileceği bir sonuçla saçmalığın zirvesinde bir karar olma özelliğini de taşıyor.
Dolayısıyla konuştuğumuz hukuki bir karar değil, yine siyasi bir karar. Üstelik bana göre bu karar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok isteyerek aldığı bir karar da değil. Bunu nereden anlıyoruz derseniz, Erdoğan’ın 31 Mart gecesi sönük balkon konuşmasına baktığımızda açıkça İstanbul yenilgisini kabullendiğini görüyoruz. Seçimden 3-4 gün sonra da İstanbul’da bir yurttaşla yaptığı konuşmada “topal ördek” benzetmesiyle, yine İmamoğlu’nun seçimi kazandığını kabullendiğini, Büyükşehir’deki meclis çoğunluğunun hala AKP’de olmasını kastederek benzetmeyi yaptığını düşünebiliriz. O halde ne oldu da Erdoğan, seçimi iptal etmeye ikna edildi? Üstelik bazı anketlere göre, tekrar yenilenecek bir seçimde AKP tabanının bir kısmının da CHP ve İmamoğlu’na oy vereceğinin yazıldığı bir ortam varken…
Damat Albayrak’a yakın, İstanbul belediyesinin tüm olanaklarından yararlanan bir ekibin seçimin iptali için canla başla çalıştığı görülmektedir. Diğer taraftan bizzat Devlet Bahçeli’nin seçimlerin iptalini istediğini biliyoruz. Seçimler iptal olursa otağını İstanbul’a kuracağını dahi söylemişti. Şimdiye kadar hiçbir büyükşehirde Cumhuriyet tarihi boyunca bir seçim iptali ile karşılaşılmadığı hatırlanınca verilen kararın olağanüstülüğü daha iyi kavranabilir. Bu kararın ekonomik sonuçları ve yurt dışı yansımaları dikkate alındığında, ayrıca Davutoğlu-Gül ekibinin muhalefet etmek için pusuda beklediği düşünüldüğünde iktidarın ne kadar büyük bir risk aldığı görülmektedir. Açıktır ki iktidarın erimesi hızlanacaktır. AKP’yi bu kararı almaya iten sebep, ister İstanbul’un rantından vazgeçilememesi olsun, ister İstanbul Belediyesindeki büyük yolsuzlukların açığa çıkma riski olsun isterse MHP’nin seçimin iptal edilmemesi halinde Cumhur ittifakından ayrılacağı söylentisi olsun, iktidar açısından bu iptalin olumlu bir sonucu olabileceğini göremiyorum.
Uzunca bir süredir kriz içindeyiz. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra başlayan gergin ve kanlı süreç, daha sonra 15 Temmuz darbe girişimi ile ve arkasından gelen OHAL ile tepe noktasına çıkmıştı. Arkasından 2017 Anayasa referandumu derken 24 Haziran 2018 Başkanlık seçimi, ülkenin rejimini resmi olarak değiştirdi ama krizleri dindirmek bir yana yeni krizlerin tetikleyicisi oldu.
Asıl büyük sonuç, her ortamda sandığı ve meşruiyeti gösteren bir iktidarın, kaybettiği ilk büyük seçimde oyunun kurallarını bozduğu gerçeğidir. Bu, iktidarın artık tüm meşruiyetini yitirdiğini de gösteren önemli bir eşiktir. Eşiği geçip tam krizin göbeğinde olduğumuz bir ortamda kısa vadede ne olup biteceğini kestirmek de kolay değildir. Bir süredir öngörülebilir, kanunla sınırları belli bir iktidar aygıtı yok karşımızda…
Demokratik bir hukuk devletine olan ihtiyaç, hiç bu kadar yakıcı ve acil olmamıştı…