Hazırlayan: Tuncer Çetinkaya İsmi bu yıl Antalya Film Festivali olarak değiştirilen Altın Portakal 52 yaşında. Atatürk’ün Antalya’yı ziyaretiyle başlayan festival fikri, 1960’ta film festivaline dönüştü. 27 Mayıs darbesinin kurbanı olundu. 1964’te ancak yola çıkılabildi. İkinci tırpan ise 12 Eylül’dü. Altın Portakal Film Festivali’nin mitolojik tarihinde pek çok önemli durak olduğunun altı çizilmelidir; ama 9 Mart 1930 tarihinin, festivalin yarım yüzyılı deviren uzun öyküsünün başlangıç noktası olduğu söylenebilir. O dönemde Antalya’yı gezen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yolu, kentteki üçüncü gününde Belkıs Harabeleri’ne düşer ve ulusal önder, tarihi sözlerini söyler: “Bu tiyatroyu restore ediniz. Ama kapısına kilit vurmayınız”. Kent tarihçisi Hüseyin Çimrin’in sözleriyle 1950’li yıllarda Antalya, Türkiye’nin Akdeniz kıyısında, tüm tarih zenginliği ve doğal güzelliklerine karşın çok yalnız bırakılmış bir kenttir. Nüfusu ise ancak 27 bin 515’tir. Antalyalı, o yıllarda ne yapıp edip, kenti dış dünyaya tanıtma arayışı içindedir. Bu doğrultuda ilk adım, Antalya Lisesi İngilizce öğretmeni Osman Batur ile Dr. Burhanettin Onat ve arkadaşlarınca 1949 yılında kurulan Antalya’yı Tanıtma ve Turizm Derneği ile atılır. ANTİK DEKORLU YAĞLI GÜREŞ Kenti, karadan diğer illere bağlayan en önemli ve işlek yolun Antalya-Burdur arasındaki 120 kilometrelik şose olduğu; kentte içme suyu olarak sarnıçlarda toplanan yağmur suları ile yüzde 2,7 kireçli olan İskele suyunun kullanıldığı, Özel İdare’ye ait 90 yataklı memleket hastanesi, 8 hekim, 3 eczane ve 4 de hamam olduğu yıllarda önemli bir adımdır bu. Atatürk’ün Aspendos’ta sarf ettiği sözlerinden ilham alan Antalyalılar, vasiyeti ancak 1951 yılından itibaren Aspendos’ta yağlı güreş karşılaşmaları düzenleyerek yerine getirmeye çalışırlar. Etkinlikler büyük ilgi görürken, on binlerce Antalyalı tarihi tiyatroyu tıka basa doldururlar. Ne var ki kenti yurt içi ve dışına tanıtma hedefi hala uzaktadır ve Çimrin’in deyişiyle yapılan çalışmalar “kendi çalıp kendi oynamanın” ötesine geçememektedir. ASPENDOS’A ROMEO GELDİ 1953 yılının Mayıs ayında, Antalya’ya bir okul gezisine çıkan Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü öğrencileri, Aspendos’a hayran kalarak, Shakespeare’in ‘Romeo ve Juliette’ oyununu oynamaya karar verirler. Ancak antik tiyatronun her tarafı yabani otlarla kaplanmıştır. Dönemin Antalya Valisi İhsan Sabri Çağlayangil’i makamında ziyaret ederek taleplerini iletince Vali, Antalya Turizm Derneği’nin de desteğini alarak bu işe, ‘tamam’ der. Belediye’nin temizlik işçileri tiyatronun sahnesini, oturma yerlerini otlardan temizlerler. Birkaç gün içinde Özel İdare’nin ve Antalya Belediyesi’nin parasal katkıları ile tahtadan sahne yapılır. Antalya Lisesi’nin resim öğretmenleri ellerinden geldiğince sahne dekorunu tamamlarlar ve belediyenin bütün araçları, halkı taşımak için Turizm Derneği’nin emrine verilir. İSMET PAŞA SOKAK NO: 73 Günlerden 1953 yılının 27 Mayıs’ıdır. Antalyalılar; Manavgat’tan, Serik’ten Alanya’dan, Korkuteli’nden, Elmalı’dan koşarak etkinliği izlemeye gelir ve bu buluşma, Altın Portakal’a giden yolun kapılarını aralar. Bu olaydan ilham alan yerel yöneticiler ve dernek, valilik ve belediyeden aldığı maddi destekle 1956 yılından başlayarak, her yıl mayıs ayının son haftasında “Antalya Belkıs Tiyatro ve Müzik Festivali”ni düzenlemeye başlar. Bu arada takvimler 11 Nisan 1957’yi gösterdiğinde önemli bir gelişmenin daha yaşandığına tanık oluruz. Bu tarihte Behlül Dal, yanına kentten arkadaşlarını da alarak İsmet Paşa No: 73’te bir film şirketi kuracaktır. ANTALYA’DA FİLM ŞİRKETİ 1922’de İstanbul’da doğan Dal, Antalya ile 1931 yılında, babası Mustafa Fuat Bey’in kentte sürdürdüğü ağır ceza hâkimliği görevi sırasında tanışmıştır. Ankara Hukuk Fakültesi öğrenimini yarıda bırakan Dal, 40’lı yıllarda Antalya Halkevi Bölge Yönetmenliği de yapmıştır. Belirtilen tarihte kurulan Antiş Film (Antalya Filmcilik Komandit Şirketi, Behlül Dal-Nazmi Ünal ve Ortakları) ilgi alanlarını şöyle özetlemektedir: Film ithali, işletmesi, yerli film çekilmesi ve çektirilmesi, film ihracı, yerli ve yabancı film işletmesi ve komisyonculuğu ve bilumum film işleri… Behlül Dal’ın Antalya’da bir festival düzenlenmesi fikriyle, Demokrat Parti’den Antalya Belediye Başkanı seçilen çocukluk arkadaşı Ömer Eken ile bir araya gelmesi ise 1960 yılında meyvesini verir. Eken’i ikna eden yönetmen, kendisinden istenen festival programını kısa sürede kaleme alır. Hazırlıklar hızla tamamlanmış, festival için Antalya’nın önde gelen isimlerinden oluşan komiteler kurulmuştur. FESTİVALE 27 MAYIS ENGELİ İçerik daha çok, müzik ve tiyatrodan oluşmaktadır. Festival için 27-29 Mayıs 1960 tarihleri uygun görülür; ancak hesaba katılmayan bir durum vardır: 27 Mayıs 1960’ta ordu yönetime el koymuştur! 27 Mayıs engeline takılan 1960 festivalinin mimarı Behlül Dal, Antalya’nın gelecekte çok önemli bir sinema kenti olacağına inanmaktadır. 1961 milletvekili seçimlerinde birçok dostu Adalet Partisi’nden Antalya milletvekili seçilince ve çocukluk arkadaşı Dr. Avni Tolunay da aynı partiden 1963-1973 dönemleri arasında belediye başkanı olunca ideallerinin hayata geçmesi kolaylaşır. Dal, Tolunay’la Ankara’da buluştuğu bir sırada festival konusunu bir kez daha gündeme getirir. Milletvekili arkadaşları da fikrine destek verir. Başkan da bu işe dünden razıdır. Çantasından bu iş için hazırladığı ön projeyi çıkarır ve Tolunay’ın Encümen’e danışması için karara varırlar. PORTAKAL NASIL ALTIN OLDU? 1964 yılının Nisan ayında Antalya yollarına düşen Behlül Dal, ilk iş olarak festivale bir isim bulması gerektiğini düşünür. Otobüsü Afyon-İzmir yol kavşağında, eski bir kır kahvesinde mola verdiği zaman eline kâğıt kalem alıp düşünmeye başlar ve nihayet aradığı ismi bulur: Altın Portakal! Antalya’nın simgesi olan ve her yanı portakal bahçeleriyle süslenmiş bir kent için en güzel simge budur işte! Yönetmen, o anı, sonraki yıllarda şöyle anlatacaktır: “Evet, şenliğin adı Altın Portakal Film Festivali olmalıydı. Fakat sonrası isim bulmak kadar kolay olmayacaktı. Başarı armağanı ne olmalıydı. Elimde kalem, not tuttuğum kâğıdın kenarına şekiller çizmeye başladım. Fakat olmuyordu. Bir film şenliği ödülünün özgün olması gerekiyordu. Tıpkı Oscar ödülü gibi... Festivalin adı Altın Portakal olunca armağanı da bu isimle anılacaktı ister istemez. Fakat nasıl olmalıydı bu armağan. Sonunda onu da buldum. Otobüs Antalya’ya yaklaşırken film armağanının şekli de kafamda oluşmuştu. Hemen notlar aldım. Armağan güzelliğin simgesi bir Venüs heykeli olmalıydı. Sağ elinde bir portakal olmalıydı. Bu Antalya’yı sembolize edecekti. Giysisinin etekleri dalgalı olmalıydı ki bu da Akdeniz’inin dalgalarını yansıtmalıydı”. İLK FESTİVAL 1964’TE YAPILDI Altın Portakal’ın başladığı dönemlerde yaklaşık 35 bin kişinin yaşadığı Antalya’da, şehirde tesis ve yatak olmadığı için gelen misafirlerin ev pansiyonlarında ve okullarda yatırıldığından söz etmektedir. Kentin ilk ayrıntılı imar planının Hayret Şakrak’ın belediye başkanlığı döneminde, 1956 yılında yapıldığı hatırlanırsa şaşırtıcı bir durum değildir bu. Yine Şakrak’ın belediye başkanlığı yıllarında Antalya’nın turizm kenti olması yolunda önemli adımlar atılmış, 1957’de Antalya Konyaaltı mevkiinde 50 obanın inşaatına başlanmıştır. 1964 yılında düzenlenen 1. Altın Portakal’ın ölü doğmaması için büyük çaba harcanır, geçmişte, benzer etkinliklerde yaşanan sıkıntıların gündeme gelmemesi adına gayret gösterilir. PRODÜKTÖRLERİN DESTEĞİ Bu doğrultuda atılan ilk adımlardan biri, Behlül Dal ve Avni Tolunay’ın, sinema piyasasından destek bulabilmek amacıyla İstanbul’a gitmeleridir. Yeşilçam’ın doruk yılları sayılabilecek 60’larda ilk durak, başkanlığını Turgut Demirağ’ın, genel sekreterliğini ise Ümit Utku’nun yapmış olduğu Prodüktörler Cemiyeti’dir. Kurumun destek kararını almasının ardından çalışmalar hızlanır; ancak festivalin bir tüzüğü dahi yoktur. Hemen Antalya’dan İstanbul’daki 23 film şirketine birer mektup gönderilerek yapılacak olan festivale katılmak üzere kendilerinden 1.1.1963-31.8.1963 tarihleri arasında sansür kurulundan geçmiş olmak kaydıyla birer film istenir. İddialara göre filmleri seçilmeyen diğer yapımcılar, kızgınlıklarını jüride bulunan Behlül Dal’dan çıkarırlar. Bir başka iddia ise, Dal’ın, o dönemde patlak veren Sine-İş Sendikası grevini kırmaya yönelik tutumu, kendisini Altın Portakal’ın dışına itmiştir. 60’LARDA YERLİ FİLM TUTKUSU İncelememizin sonunda, o yıllarda Türkiye insanının en büyük eğlencelerinden olan sinemanın Antalya özeline eğilmemizde de yarar bulunmaktadır. 60’lı yılların Antalyalısı, Çimrin’in ifadesiyle gündelik harçlığını, çoluk çocuğunu sinemaya götürebilmek için kazanmayı arzulamaktadır. Konyaaltı’ndan Bahçeli’ye, Güllük’ten Şarampol’e ve Işıklar’a kadar her mahallede sinemalar bulunmaktadır. 50’li yıllarda sinemamız bir geçiş süreci yaşadığından olsa gerek, en çok yabancı filmler tercih edilir: Baytekin’le uzayın derinliklerine yelken açan şehir insanı, kimi zaman da Vahşi Batı’nın uçsuz bucaksız çöllerinde at sürmekte, Chaplin’le makinelere savaş açarken, King Kong’la mücadele etmektedir. Antalyalıların, sinemamızın yükselişe geçtiği 60’larla birlikte yerli filmlere de tutkusu artacak, dahası kent insanı, kendisi gibi yedinci sanata tutkun olan nice Anadolu insanından farklı olarak, perdenin büyülü dünyasında defalarca seyrettiği yıldızlara şehrin caddelerinde el sallama fırsatı bulacaktır. Pek yakında! YARIN: 1964-1967 arası festival