İki hafta önce “Kanal Türkiye” adlı yazımızda, Kanal İstanbul Projesinin eğer gerçekleşirse, Türkiye’nin beynine çakılacak son çivi olacağını yazmıştım. Son gelişmeler gösteriyor ki o son çiviyi çakmaya, hem yurt dışından birileri, hem iktidar pek niyetli görünüyor. Kısa bir sürede yaptıkları ve açıklanan 1595 sayfalık ÇED raporu da işin üstelik ne kadar ciddiyetsiz yapılacağını gösteriyor… Öyle ki sıradan bir proje için alınması gerekli ÇED OLUMLU raporu dahi genellikle 1000 sayfadan az tutmaz haritalar, tablolar ve görselleriyle beraber. İstanbul’un ortasından 45 km deniz kanalı geçirmek, bunun hafriyatı, üzerinden geçeceği Sazlıdere barajı, Terkos ve Büyükçekmece göllerine etkisi, orman, mera ve tarım arazileri, Karadeniz ve Marmara denizine etkileri, deprem riski ele alındığında değil 1595 sayfa, onbin sayfanın bile yetersiz kalacağı anlaşılabilir. Tabii gerçekten bir ÇED yapmaya niyeti olan için durum böyledir. Zaten öyle bir niyeti olan da bu ÇED için o kadar para harcamaz, kısa yoldan bu deli saçması projeyi masaya bile koymazdı. Demek ki hesap başka…
Konusunda uzman bilim insanları, Marmara diplerinden açığa çıkacak hidrojen sülfürün İstanbul’u kokutacağını, Marmara’nın kısa sürede oksijensiz kalacağını, Karadeniz’in tuzlanması nedeniyle deniz hayatının olumsuz etkileneceğini, İstanbul’u besleyen su havzalarının olumsuz etkileneceğini ve İstanbul’un susuz kalacağını, tarım arazilerinin azalacağı gibi, Trakya ile bağlantının kopacağını, en az 1,1 milyar m3 hafriyatın çıkacağını ilk elden yazdılar… Projenin maliyetinin bugünkü parayla 12,5 milyar dolar olması bile, bu boşaltılmış bütçeyle nasıl kaynak ayrılabileceği sorusunu da gündeme getiriyor… (bu da daha fazla sömürü demek. Yani zamanımızın bir Mısır Piramidi inşa edilecek, hepimiz Piramit için çalışan modern köleler durumuna geleceğiz)
Peki bu proje neden yapılıyor? Bazıları, Kanal sayesinde, geçecek gemilerden yüksek ücret alınacağını bunun ekonomiye katkısı olacağını söyledi. Bir teoriye göre de proje zaten yapılmayacak ama insanların geçim derdini, Suriye ve Libya ile olan uluslararası ilişkilerin gündeme gelmemesi için suni olarak gündeme getirildiğini iddia ediyor. Başkan Erdoğan ise iki gün önce , “Siz 'Independenta' olayını unutuyor musunuz? Zaman zaman yalılara bindiren kuru yük gemileri, tankerler bunları görmüyor musunuz? Her şeyden önce Montrö Antlaşması Türkiye'ye ne kazandırmıştır, ne kaybettirmiştir bunu hiç düşündünüz mü?” diye zihnimizi açacak bir konuşma yaptı. İndependenta denilen tanker kazası gerçekten Boğaz’da bir felakete yol açmıştı. Ama tam 40 yıl önce… Alınan tedbirlerle, geçen 40 yılda çok ciddi kazalar olmadı. Böyle bir kaza olacak diye çok ciddi mali/ekonomik/çevresel/sosyolojik sonuçları olan bir kanal yapılır mı peki? Ama esas cevap Başkan Erdoğan’ın sonra ki cümlesinde saklı. Montrö’yü tartışmaya açmak… Sanki Türkiye’nin egemenlik haklarını Montrö ihlal ediyormuş gibi davranmak, Kanal İstanbul olunca, sanki tam egemenlik sağlanacakmış gibi bir tablo çizmeye çalışmak. Oysa, Kanal açılsa bile Montrö yürürlükte olacak, isteyen gemiler İstanbul Boğaz’ını kullanmaya devam edecek. Ama bir kısım gemilerde Montrö’ye tabi olmadan Kanal İstanbul’u kullanmak isteyebilir. Kim olabilir bunlar? Montrö sözleşmesine takılanlar. Aynı anda Karadeniz’de 45bin tonu geçecek şekilde savaş gemisi bulunduramayacak ve tek seferde tonajı 15bin tonu geçen savaş gemisini Karadeniz’e sokamayacak ülkeler. Evet bildiniz, ABD ve savaş gemileri…
Önümüzdeki 15-20 yılda dünya hegamonyası için Rusya ve Çin’le karşı karşıya geleceğini hesap eden ABD, Rusya‘yı Karadeniz’de çevrelemek için bu kanalı istiyor gözüküyor.
Trump meşhur mektubunda “d’ont be fool” diyordu…
Son zamanlarda Trump ile Erdoğan arasında yazılı olmayan anlaşmalar çoğalmaya başladı galiba…
İşte Türkiye’nin beynine çakılacak son çivinin yurt dışı ayağı böyle görünüyor…
Çılgınlığın kulağa hoş gelen, imkansız ama yapılabilirse ne güzel olur denilecek bir tarafı var. O yüzden Kanal İstanbul projesine çılgın denilmesi de bana bir “halkla ilişkiler spotu” gibi geliyor… Çılgınlık değil ama bir çıldırma hali söz konusu…
Siyasi mevta Devlet Bahçeli’nin “Kanal’a hayır” diyenleri “hainlikle” suçlamasından korkup, ya da iktidarın gazabından çekinip susarsak, gerçekten bu ülkeye, bu coğrafyaya, bu bölgenin insanlarına ve güzelim Boğaz’a ihanet etmiş, bu çıldırma haline de ortak olmuş olacağız…
Çoğunluğun çıldırmadığına inanıyorum…