Cumhuriyet Halk Partisi, kuruluş kodları itibari ile Avrupalı sosyal demokrat partilerden niteliksel açıdan farklı bir özgüllüğe sahiptir. Avrupalı sosyal demokrat partiler Marksist bir kökenden gelmektedir. Siyasi iktidarı hedefleyen işçi sınıfının örgütlü mücadelesine dayanmaktadır. 19. Yüzyılın sonu itibari ile Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde tek başına iktidara gelebilecek bir oy potansiyeline erişen sosyal demokrat partiler; kapitalist üretim ilişkilerini yıkarak üretim araçlarının sosyalleştirilmesini hedefleyen radikal bir programa sahiptiler. 20. Yüzyılın ilk çeyreği sosyal demokrasinin tarihsel gelişimi açısından önemli bir kırılma anıdır. Eduard Bernstein, Karl Kautsky gibi Marksizm’de reformizmi ve revizyonizmi savunan kuramcıların görüşlerinin etkisi altında kabuk değiştiren sosyal demokrat partiler; işçi sınıfının iktidar mücadelesi ve üretim araçlarının sosyalleştirilmesi noktasında mevcut kapitalist sistemin, devrim ile değil, verilecek parlamenter mücadele eşliğinde kendiliğinden söneceğini savunan, evrimci bir bakış açısına sahip partiler haline gelmiştir. Özetle; sosyal demokrasinin tarihsel kökeni yukarıda açıklamaya çalıştığımız ideolojik-politik mirasa dayanmaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi ise Mustafa Kemal’in öncülüğünde emperyalizme karşı verilmiş ulusal kurtuluş savaşı sonunda kurulan, kökeni Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Kuva-yi Milliye ruhuna dayanan, 600 yıllık monarşinin külleri üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ihtilalci bir partidir. Cumhuriyet devriminin kurucu kadroları, sınıfsal olarak küçük burjuva kökenlidir. Burjuva aydınlanmacılığını, pozitivizmi benimseyen, Fransız ihtilalinden yoğun bir şekilde etkilenen Mustafa Kemal’in liderliğindeki kurucu kadrolar, modern bir Türkiye Cumhuriyeti fikri üzerinden siyasal üstyapıda köklü reformlar yapmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin dayandığı tarihsel köken de bu mirasa dayanmaktadır. 1961 Anayasası ile birlikte sendikal örgütlenme, grev ve toplu sözleşme üzerindeki engellerin kaldırılması, 1963 yılında grev ve toplu sözleşme hakkının anayasal güvence altına alınması gibi gelişmeler işçi sınıfının hak ve özgürlük mücadelesini yükseltmiştir. Aynı Anayasa’nın yaratmış olduğu kısmi özgürlük ortamında; Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması, Marksist klasiklerin Türkçeye çevrilmesi, üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliğe kavuşması, bu özerkliğin sağladığı akademik ortam ile üniversite gençliğinin sol düşünceyle tanışması ve yakınlaşması sonucunda sol düşünce ve akımlar, Türkiye siyaset sahnesinde etkin bir özne haline gelmiştir. 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nin 15 milletvekili çıkartması bu yükselişin nihai bir sonucu olarak kayıtlara geçmiştir. 29 Temmuz 1965'te CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, gazeteci Abdi İpekçi'ye verdiği mülakat sırasında CHP'nin çizgisinin 'ortanın solu' olduğunu ilk kez dile getirmiştir. Konuyla ilgili olarak İnönü şu demeci de vermiştir: “CHP bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir ekonomik anlayıştadır.” Yukarıda saydığımız etkenler doğrultusunda sol düşüncenin Türkiye’de yükselişe geçmesi, sosyal ve ekonomik talepler etrafında birleşen işçi sınıfının politik bir özne haline gelmesi, Türkiye İşçi Partisi’nin yükselişi CHP’yi ideolojik yönelim noktasında bir arayışa itmiştir. Bu arayışların bir sonucu olarak CHP, kendini ortanın solunda tarif etmiştir.