Ruslar 20 kilometre uzunluğundaki Kerç Köprüsü’nü hızla inşa ediyor. Kerç Boğazı, Azak Denizi’ni Karadeniz’den ayıran boğaz. Bu köprüyle birlikte Kırım’ın Rusya’ya bağlanması planlanıyor. Binali Yıldırım ise 2 kilometre uzunluğundaki Çanakkale Boğazı köprüsünün dünyanın en büyük köprüsü olduğunu söyledi ahaliye. Hani, “Başkasınınkini görmeyen kendininkini piyade tüfeği zanneder” hesabı. Gerçi önemli olan boyu değil, işlevi; ama sallarken de etrafa bakmakta fayda var. Rahmetli babam, “Doğru yalan söyle” derdi. Kulağıma küpe olmuştur. Fakat bizim siyasetçiler konuşurken mangalda kül bırakmazlar. Bizde devlet yönetimi kendi vatandaşına propagandadan ibarettir. Sanki kapalı bir kutuda, küçük bir köyde yaşadığımızı zannederek esip gürlerler. Oysa bırakın uzaya çıkıp Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu topraklara bakmayı, batıya doğru sınırları geçtikçe ne menem bir memlekette yaşadığınızı anlayıverirsiniz. Lakin siyasetçi savurmaya devam eder. Halkına yalan söyleyen siyaset Hemen kuzeyindeki 20 kilometrelik köprü inşaatını görmezden gelip kendi halkına yalan söyleyen bir siyasetin ‘güçlü Türkiye’ söylemi ne kadar inandırıcı olabilir? Güç, bütün yetkilerinin bir kişinin eline verilmesi, otokrasi, çelik yumruk filansa, böylesi toplumların bir adım öteye gidemediğini dünya tarihi bize defalarca söyledi. Bir ülkeyi güçlü yapan kabaca 3 şey vardır: Hukuk, bilim ve üretim… Bu 3 unsur birbirlerine sıkıca bağlıdır ve hepsinin temelinde özgürlük yatar. Hukuk sayesinde birlikte yaşamayı sağlarız, birlikte yaşamaktan korkmadığımız sürece bilimsel özgürlüğün önü açılır ve bütün bunlar bizi üretken hale getirir. Türkiye ise bu 3 başlıkta da sınıfta kalmış bir ülkedir. 16 Nisan itibarıyla da özgürlükleri tamamen rafa kaldırma arifesinde. Özgürlükleri, çoğulcu demokrasiyi, katılımcı cumhuriyeti, birlikte yaşamayı savunamazsak, güçlü değil despot bir siyasetin tebaası olacağız. Ülkesine kör ve sağır vatandaş 16 Nisan’da sandık başına gidecek olan vatandaş, burnumuzun dibindeki 20 kilometrelik Kerç Köprüsü’nden habersizse ve 2 kilometrelik Çanakkale Köprüsü’nü dünyanın en büyük köprüsü zannediyorsa, ortada yalanlar üzerine kurulmuş bir seçim vardır. Halkına dünyayı anlatmak, göstermek, öğretmekle yükümlü olan devlet, bunun tam aksini yapmakta, vatandaşı kendi sınırları dışına, hatta kendi ülkesine kör ve sağır hale getirmektedir. Okyanuslarda gemi yüzdüremeyen, kutuplara araştırma istasyonu kuramayan, kendi teknolojisini üretemeyen, uzay yarışında varlığı sıfır, bilim maratonunda daha ilk kilometresini bile tamamlayamamış bir devletin ‘güçlü ülke’ söylemleri köy kahvesinde atılan avcı martavallarıdır sadece. 10 yıl önce niye hatırlamadınız? Bilimin, okuduğunu anlamanın, kendi dilini düzgün konuşmanın, özgür gazeteciliğin, demokratik siyasetin dibe vurduğu dönemlerde fetihçi, hamasi, ‘vatan-millet-Sakarya’cı gazlamalar zirve yapar. Demokrasiden, can güvenliğinden, insan haklarından beslenen, bir barış sektörü olan turizm çökerken, fetih naraları yeri göğü inletmeye başlamışsa, Antalya’nın doğal, kültürel, tarihsel zenginlikleri bir kenara koyup, 810 yıl önceki meçhul fethini piyasa sürmüşseniz, karanlığın nerelerine geri döndüğünüzün bile farkında olamazsınız. Demokrasisiyle, hukukuyla, bilimiyle, üniversiteleriyle, edebiyatçılarıyla, şairleriyle, ressamlarıyla, filozoflarıyla övünemeyen bir topluma atalarının 800 yıl önceki maceralarıyla böbürlenmek kalır sadece. Bize de, “Madem o kadar milli, o kadar yerli, o kadar cevvaldiniz, niye 2007’de, yani Antalya’nın fethinin 800’üncü yılında hatırlamadınız?” diye sormak kalır. Bunu sorarken de aklımızın bir köşesinde durur: “Sorular demokrat, cevaplar faşisttir”.