Google’da dolaşırken 8 Mayıs 2013’te Bilal Can tarafından kaleme alınmış bir yazıyla karşılaştım. Beni anlatmış Bilal Can. Öyleyse bugünü de kendime ayırayım bari. Bilal Can kardeşimizin iki kitabımla ilgili yazdığı kısa değerlendirme yazısını sunayım sizlere. Lanetli Sınıf üst başlığıyla yayınlanan iki kitabımın ortak kahramanları olan ‘kara çocuklar’ı anlatarak söze girmiş Bilal Can. Şöyle ki: “Sakinliği ve sükûneti içilen bir yudum çayın tadında arar onlar. Kara çocuklar. Onlar beyaz karın dondurduğu içli bir türküde boy gösteren düğün başlarında mendili en yükseklerde sallayan ve çıkmaz sokaklara kurdukları evleriyle siyah benizli ama beyaz yürekli çocuklar. En çok bizler. Bizler kentlerin varoş mahallelerinde büyüyen ve ellerindeki salçalı ekmeği en güzel yemeğe karşı kullanan”. Lanetli Sınıf’ın insanları “Açlığın ve susuzluğun boy gösterdiği bir sevme arifesinde sevmeyi kalbinin on ikisinden hedef tahtası gibi kullanan. En hüzünlü, en serkeş, ama kalbindeki iman ve yüzünde sadaka niyetine taşıdığı gülücüklerle metropol kaldırımlarında boy gösteren, delik ayakkabılı, onurunu yerlerde gezdirmeyen, haklı gururunu, toprakla bir eden, toprak gibi insanlar… Kara çocuklar bir manifestodur. Başkalarının ‘lanetli sınıf’ diye adlandırdığı insanlardır onlar. Onlar kara lastikleri yakıp yüzlerinin esmerliğini daha da esmerleştirip bir zenci gibi ortalıkta gezenlerdir. Bir zencinin esmerle arasındaki tek fark belki de budur. İdris Özyol bu ülkenin insanları arasında yüreği yananlardan. Hayatına sığdırdığı iki kitabı var. Lanetli Sınıf diye adlandırdığı iki kitap. Biri ‘Ne Mutlu Lahmacun Yiyebiliyorum’ diye mutluluğunu o kadar büyük şeylerde aramayan bir adamın resmi; diğeri ise ‘Overlokçu Kıza İlan-ı Aşk’ diye sevdalı bir sahifeler birleşimi”. Kara çocukların destancısı “Yazıları deneme türünde; ama şiirselliği ve agresif cümleleri ile kalpte yer edinen, sert, muzip, delikanlı, sataşan, savaşan cümleler birleşimden oluşmuş bir kitap. Yazdıkları savaşır gibi, kavga eder gibi, dövüşür gibidir Özyol’un. O öyle bilindik naif cümlelerle konuşmaz. Kurduğu cümlelerinde içi acıyan, sızlayan, yanan, içinde bir kor taşıyan bir adamın -adamların- resmini çizmeye çalışır. Kara çocukların. Kara çocukların destancısıdır o. Belki biraz abartı gibi gelecek ama o Homeros’un İlyada’sının Kara Çocuklar versiyonunu yazmıştır. (…) İdris Özyol’un yazılarında ‘biz’i okur insan. ‘Biz’in kim olduğunu, ‘biz’in nerden geldiğini, ‘biz’in yaşayış tarzını, kısaca her şeyini görebilirsiniz. Kara çocukların efsaneleşmiş hikâyesini bu kısa kısa; ama etkili denemelerle okuduk ve gördük. O anlatılan kentin varoş sokaklarında büyüyen ‘biz’lerdi, hepsi ‘biz’di”. Kapitalizme karşı kelimeler “Özyol’un dili savaş açar gibi serttir. Yozlaşmaya ve kapitalist düzenin çarkına çomak koymak kadar eylemsel sözleri ve cümleleri barındırır içinde. Ama bu sertlik içindeki şiirsellik, akıcılık, insanın beynine değerken kalbini de okşayan türden. ‘Bir insanın ihaneti gözlerini, saçlarını, bıyıklarını, elbiselerini, çocukluğunu reddettiği gün başlar’ diyecek kadar özlü, anlamlı ve düşünceli sözlerle bize mesaj veren ve bizi bizden biri olarak kendiliğinden anlatan bir yazardır Özyol”. Yazıda kitaplarımızdan iki alıntıyla da karşılaştık: “Ey bana, aynalara karşı acımasız olmayı ve tıraş olurken yüzümü kesmeyi öğreten isim, gel ve kandan korkmadığımı gör. Kanamak hoşuma gidiyor benim. Bu nedir! Her soruya parmak kaldıranları vurun be! Vurun kendini tarifte zorlananları”. Diğeri de; “Katilimi seçme hakkı tanınsaydı bana, ürkekliği ve gaddarlığı aynı anda yaşayan ve her iki halet-i ruhiye içinde yanardöner bir eşya gibi gidip gelen bu halkı seçerdim. En sahicisi bu olurdu herhalde ölümün”. Kendimizden bu iki alıntıyla kapatalım defteri bugünlük.