Her bir karışı ayrı güzel Anadolu'nun... Doğa, kıymetini bilmesek de güzelliklerini bize sunmaya devam ediyor. Temmuz ayı başında Burdur'daydım. Değerli insan ressam Keziban Ertuğrul Yıldırım önderliğindeki Ada Ülkesi Uluslararası Sanatçıları, 'Su' temalı resimlerinden oluşan 5'inci Uluslararası Mail Art Sergisi'ni Burdur'un Karakent Köyü yakınlarındaki Lisinia Doğa Proje Alanı'nda açtı. Hani 'İyi ki gitmişim', 'İyi ki izlemişim' dediğiniz anlar olur ya; Lisinia da benim için öyleydi. Kuruma tehlikesi ile karşı karşıya olan Burdur Gölü'nün yamacındaki lavanta bahçeleri cennetten bir köşeyi andırıyordu.

Bol bol anı biriktirdik orda. Sergiye yurtdışından 200'den fazla sanatçı mektup ve resim göndermişti. Kosovalı karikatürist güzel insan Agim Krasniqi de sergideydi. Esprili, sevecen ve doğa dostu kalbi ile içimizi ısıttı Agim. Serginin son günü ise yazar Fatma Bacara ile tanıştım. Sergi kapsamımdı imza günü düzenledi. Kısa bir süre sohbet etme fırsatı bulduğum Fatma Bacara sahiplenici yönüyle ön plana çıkıyordu. Bunun yanı sıra yardımsever ve hoş sohbeti olan biri Fatma Hanım... Kendisiyle belki Ankara'da simit çay eşliğinde daha uzun süre sohbet etmeyi planlıyorum.

Serginin amacı susuzluğa dikkat çekmekti. Hedef bence tutturuldu. Serginin oluşmasındaki katkısı olanlara kocaman alkış gönderiyorum. Elbette en büyük alkış ve teşekkür ise bizleri Ada Ülkesi Sanatçıları şemsiyesi altında toplayan ressam Keziban Ertuğrul Yıldırım'a gidiyor...

Şimdi biraz da Anadolu'nun bize armağan ettiği güzelliklerden konuşmak istiyorum. Isparta'da ilk lavanta bahçeleri oluşturulurken "Bu ottan para kazanılmaz" diyenler olmuştu. Şimdi o 'ottan' geniş bir coğrafyadaki insanlar geçimini sağlıyor. Lavantadan kolonya, sabun ve farklı hijyen malzemesi yapılıyor. Taç yapılıyor, süs eşyası yapılıyor. Anlayacağınız her yönüyle değerlendiriliyor lavanta.

Lavanta için 'para etmez' sözü bana yıllar önce Süs Bitkileri İhracatçıları Birliği eski Başkanı Osman Bağdatlıoğlu ile yaptığımız sohbeti hatırlattı. Bağdatlıoğlu, başkan olduğu dönemde bir sohbetimizde şu anısını anlatmıştı: "Engin bir gün çiçek serasındaki işçi aradı. Seranın yan tarafında yabani çiçekler çıktığını söyledi. Bende sökmelerini söyledim. Akşamüzeri seraya gittiğimde sökülen yabani bitkileri gördüm. Cipsoya (süs bitkisi) benzer bir bitkiydi. Renkleri ve uzunluğu hoşuma gitti. Bazı karanfil demetlerinin içine yerleştirip Rusya'ya gönderdik. Karanfiller Rusya'ya ulaştıktan sonra oradaki iş ortağımız arayıp araya koyduğumuz yabani bitkileri sordu. Bende gelişmeleri aktardım. Rus iş ortağım o bitkiyi çok sevdiklerini ve üretime geçmemizi istedi. Şaşırmıştım ama dediğini yaptım. Şimdi o bitkiden de para kazanıyoruz. Memlekette türeyen yabani bitki bile para ediyor"

Bağdatlıoğlu'nun kullandığı son cümle çok önemli: "Memleketin yabani bitkisi bile para ediyor..." Aynen öyle Osman başkan.

Fakat biz bu güzelliklerin ne kadar farkındayız?

Su kaynaklarımızı sonsuz, göllerimiz kurumaz sanıyoruz. Hâlbuki büyük bir yanılgı içindeyiz. Cehennem çok uzakta değil. Şimdi, şuan harekete geçmeliyiz. Yarın çok geç olmadan...

Yoksa çocuklarımıza cennetten çıkma bu güzellikler yerine sevimsiz, tatsız tuzsuz bir memleket bırakacağız.