Bilen bilir; bilmeyenler için ‘başsız ve ayaksız’ diye özetleyelim. Melamilerin zulme karşı sessiz bir çığlığı, işareti, adalet bekleyen dilekçesi, taşa yüklenmiş isyanıdır ‘bi-ser ü pa’… Melamilik egemen ve resmi din anlayışına çok sayıda şehit vermiş bir okuldur. Büyük aşık İsmail Maşuki, 1539’da, daha 19 yaşındayken 12 müridiyle Sultanahmet Meydanı’ndaki Cellat Çeşmesi’nde idam edildi. Osmanlı başkentinde o güne değin görülmemiş bir biçimde yönetimi, ulema ve umerayı aykırı düşünceleriyle titreten Maşuki, en çok da Muhteşem Süleyman’ı korkutmuştu. Sünni dogmatizminin karşısına dikilen bu genç adam, son derece korkusuzca dile getirdiği fikirleriyle etrafında geniş bir kitle toplamaya başlamıştı. İsmail Maşuki’nin katili Saray Recep Tayyip Erdoğan’ın bir mitinginde övgüyle bahsettiği Ebussuud’dan apar topar alınan bir fetvayla başı gövdesinden ayrıldı. Ahırkapı’dan denize atılan başsız gövde 3 gün sonra Bebek sahiline vurdu. Sahilde gizlice bekleyen müritleri, başı da kıyıya vurunca Kayalar’a defnettiler. İsmail Maşuki, kıyıdaki küçük mescitten Süleyman’ın ‘Saray’ını seyrediyor. Sonra Bosna’dan Aşık Hamza Bali’yi çağırdı Saray. Ebussuud, “Maşuki’nin yolundan gidiyor” diye ona da bastı fetvayı. Süleymaniye’de Deveoğlu Çeşmesi önünde boynu vuruldu. İşte o günden sonra Hamzavi adını aldı Melami erleri. 1662’de bir başka Osman çocuğu Avcı Mehmet tahttayken 90 yaşını geçmiş Aşık Sütçü Beşir Ağa’ya çıkartıldı idam fetvası. Beşir Ağa’nın ardından, “Ya şeyhimizi zulmen öldürdüğünüzü halka itiraf edin yahut bizi de idam edin” diye ortaya çıktı 40 Hamzavi yiğidi. Kırkını da Fener’de boğdurdu Osman oğlu. Başı kesik, ayağı kırık Hamzavi Halkın belleğine “Sayılmayız parmak ile / yok olmayız kırmak ile” diye nakşoldular. Hatta ölüme bu deyişle yürüdükleri rivayet edildi. O gün gemileri yakıp Osman oğluna rest çeken Melamiler, gizlenerek, saklanarak, fısıldayarak yaşadılar bugüne değin. Çünkü Hüsameddin Ankaravi zindanda, Niyazi Mısri sürgünde öldü. Gazanfer Dede ve Ali İdris sorgulardan, baskılardan, zulümlerden geçirildi. Bu yüzden ‘bi-ser ü pa’, yani ‘başsız ve ayaksız’dır Melami mezar taşları. Başları kesilmiş, ayakları kırılmıştır çünkü. Sadece bilenlere açılan bir sır olarak durur gövdeleri mezarlıkların kuytusunda, hayatın duldasında, kıyıda, kenarda, köşede… Der ki Melami erkânı; “Evvela kötü düşüncelerde olmayacaksın. Daima pak gezeceksin. Hakkın huzurundaymış gibi hareket edeceksin. Yalan söylemeyeceksin. Haram yemeyeceksin. Zem, haset, fesat, gurur, kibir, inat ve buna benzer fena halleri terk edeceksin. Kimse hakkında fena söz söylemeyeceksin. Kalbinde dahi kimse için kötü düşünmeyeceksin. Kimsenin ibadetine, inancına karışmayacaksın. Kimsenin inancını hor görmeyeceksin”. İblisin talim ettiği yola mihnet Derler ki Aşık Nesimi gibi; “Har içinde biten gonca güle minnet eylemem / Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem / Sırat-i müstakim üzre gözetirim Rahimi / İblisin talim ettiği yola minnet eylemem // Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına / Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına / Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına / Rızkımı veren Huda’dır kula minnet eylemem // Oy nesimi, can nesimi ol gani mihman iken / Yarın şefaatlarım Ahmed-i muhtar iken / Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken / Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem”. Bütün bunları niye yazdık? Yerel gazeteler de dahil olmak üzere, bir yerlerde hep parmak sallayan, azarlayan, fırça çeken, korkutan, kendi doğrusunu Allah’ın doğrusuymuş gibi anlatan yazılar önüne çıkıyor. O ceberut, ürkütücü, insansız dinin, siyasetin, düzenin bir parçası, paydaşı olmaktansa, ‘başsız ve ayaksız’ olmayı tercih edeceğimizi not düşmek için karaladım bunca şeyi. Birilerinin kapkara yazılarını görünce, benim de kendi penceremi canım çekti. Benim penceremden görünen budur.