Diğer Yazıları Geçenlerde arşivde gezinirken, web âleminin başarılı blogu Ters Ninja’da, 2 Kasım 2010 tarihinde benimle yapılan bir söyleşinin notlarına rastladım. Altın Portakal’da birbiri ardına patlak veren skandallardan baygınlık geçirdiğim ve festivale ilişkin tek bir satır dahi okumaya katlanamadığım şu dönemde, içimdeki sinema sevgisini yer yer ironik bir bakışla yansıtmaya çalıştığım o masumiyet döneminden süzülüp gelen yanıtlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Nerede, ne şekilde, kiminle seyrettiğinizi hatırladığınız en eski film hangisi? 80’e az bir zaman kalmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Semtimizin neredeyse tüm kadınları, bizleri de yanına alıp Ferdi Tayfur’un, Antalya’da çekildiği için kentte çok popüler olan Çeşme filmine akın etmişlerdi. Koca koca teyzeler, halalar, yengeler bir türlü kavuşamayan genç âşıkların öyküsüne gözyaşı dökerken, “vicdansızlıkla” suçlanma pahasına, katıla katıla güldüğümü hatırlıyorum. Hemen ardından gelen -ve büyük çoğunluğunu babamla seyrettiğim- Cüneyt Arkın’lı, Kartal Tibet’li kahramanlık serüvenleri ise yedinci sanatla hiç bitmeyecek bir ilişkinin doğmasına yol açmıştı. Hayatınızın sonuna kadar tek bir filmle idare etmeye mahkûm edildiniz. Hangi filmi seçerdiniz? Çok zor bir soru ve benim cephemde yanıtı oldukça değişken. Herhalde çocukluk yıllarımın bir Pazar sabahından kalan bir western’i tercih eder; olasılıkla da Kahraman Şerif (High Noon, 1952) ya da Sonsuz Ölüm (Butch Cassidy and the Sundance Kid, 1969) yanıtını verirdim. Kendinize içlerinden hayali bir arkadaş seçme şansınız olsaydı. Hangi sinema karakterini seçerdiniz? Casablanca‘nın (1942) polis şefi Renault yani Claude Rains; ama bir şartım var: ben de Bogie olacağım! Hangi sinema oyuncusunun görüntüsüne sahip olmak isterdiniz? Özellikle ilk dönem performansını hiç bir şeye değişmeyeceğimden olsa gerek; İhtiras Tramvayı (A Streetcar Named Desire, 1951) veya Rıhtımlar Üzerinde (On the Waterfront, 1954)’taki Marlon Brando. Hangi yönetmenle sıkı dost olmak isterdiniz? Muhteşem filmlere imza atmış bir adamın, nasıl olup da “cadı kazanı”nın baş aktörlerinden biri haline dönüştüğünü anlamak için Elia Kazan. (Şayet bir kadın kotası varsa, hakkımı benzer nedenlerden ötürü Leni Riefenstahl için kullanmak isterim.) Hangi film gerçek olsun ve siz de içinde yer alın isterdiniz? Kesinlikle bir Tim Burton ya da Coen Kardeşler filmi. Mesela Büyük Balık (Big Fish, 2003). Sinemayı sevmek için iyi bir neden söyler misiniz? Godard yıllar önce söylemiş: “Sinema Hayattır!” Sinemanın en kötü özelliği ya da en büyük zararı nedir sizce? Hayatın gerçekliğinden ve kargaşasından kopma riski diyelim; ama bunun kötü ya da zararlı bir özellik olduğundan emin değilim. Bugüne kadar gittiklerinizin içinde en sevdiğiniz sinema hangisiydi? İnsanların sürekli etkileşim içinde olduğu, filmler üzerinden yaşamı tartıştıkları, bir dönemin, özellikle de çocukluğumun unutulmaz mekânları; herhangi bir kentin yazlık sinemaları. NOTLAR: Aradan geçen sekiz yılın sonunda, yanıtlarımın Stanley Kubrick’i kapsamadığını dehşete kapılarak gözlemledim. Bugün olsa tereddütsüz Barry Lyndon adlı filmle idare etmek isterdim. Ulusal filmleri Tarkan, Kara Murat ya da Ferdi Tayfur’la sınırlamak da haksızlık olmuş; gönlümde Yılmaz Güney ve Lütfi Akad’ın yeri her daim ayrıcalıklıdır elbette. Çocukluğumun en güzel anılarında, Orduevi’nin karşısında, şimdiki sahafların girişinde bulunan Yıldız Sineması’nın ayrı bir yeri var, Arkadaş’ı ilk orada izlemiştim. Ve Humphrey Bogart ile Claude Rains ikilisine en az Marlon Brando kadar hayranım hala. Ömrüm olursa, on yıl sonra acaba hangi tercihlerde bulunacağım. Diğer Yazıları