Geçtiğimiz gün yapılan Fenerbaçe’nin seçimli olağan kongresi ile bir devir sona erdi. 1998 yılında, Vefa Küçük karşısında 1 oy farkla Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başkanlığına seçilen Aziz Yıldırım, o günden bu yana girdiği 13 seçimi de kazanarak bir rekor kırmış ve başkanlığının 20. yılına girmişti. Tesisleşme hamleleriyle, Fenerbahçe’ye kurumsal olarak çağ atlatan Aziz Yıldırım, benzer başarıyı özellikle futbol branşında gösteremediği için sıkça eleştiriliyordu. Aziz Yıldırım döneminde kulüp, amatör branşlarda gösterdiği olağanüstü başarıyı futbola taşıyamadı. Yıldırım, en çok Galatasaray şampiyonluğunu gören başkan olarak adını tarihe yazdırmıştır. Yıldırım döneminde Fenerbahçe bütün branşlarda 65 kupa kazanmasına rağmen, futbolda Galatasaray’ın gerisinde kalması, son 4 yılı kupasız kapatması kredisini oldukça tüketmiştir. 3 Temmuz kumpasındaki tavrıyla, camianın desteğini bütünüyle arkasına alan Aziz Yıldırım, kulübü ihtiraslarıyla yönetir hale gelmesi, aldığı akıl dışı kararlarla kulübe mal olmuş isimleri tek kalemle çizmesi, başarıyı kendisine, başarısızlığı hep başkalarına yüklemesi, cezaevinde Fenerbahçe için ödediği bedeli sıfıra indirmiştir. Bunun sonucunda da Ali Koç karşısında ağır bir hezimet yaşamıştır. Fenerbahçe’ye gönül vermiş insanların, Ali Koç’un başkanlığına sevinmesi, camianın desteğini kaybeden bir isim karşısında zafer kazanması için çaba göstermesi, eşyanın doğasına uygun bir tavırdır. Kulübün geleceğini ilgilendiren bir durum karşısında, Fenerbahçe taraftarının sevinmesi veya üzülmesi tartışılacak bir konu değildir. Tartışılacak konu; Ali Koç’un Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başkanlığına seçilmesinin abartılarak, siyasi bir konu haline getirilmesidir. Emek sermaye çelişkisinin ve sömürü sisteminin sorgulanmadığı, kimsenin kamucu bir iktisadi anlayışı açık yüreklilikle savunamadığı bir ortamda, emperyalist kapitalizmin yerli işbirlikçisi Koç ailesine mensup birisinin Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı olması, solcularımızı çok sevindirmiş anlaşılan. Gezi'de Divan Oteli'nin kapısını eylemcilere açmış, yok şöyleymiş filan. Aynı Divan Oteli'nde sendika üyesi oldukları için işten çıkarılan emekçiler neden hiç gündeme gelmez mesela? Çünkü emekçiler ve kapitalizmin yaratmış olduğu çelişkiler kimsenin gündeminde değildir. Aziz Yıldırım da benim için değersizdir, Ali Koç da. Sermaye diktatörlüğünün biri büyük biri küçük, biri güler yüzlü biri kibirli ismidir. Cumhuriyetimizin mirası kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirilmesine karşı olup, Ali Koç'un Fenerbahçe Başkanı olmasını, Türkiye'nin aydınlık geleceği açısından sembolik olarak nasıl yan yana getirebiliyoruz? AKP eliyle yürütülen özelleştirmelerden en büyük payı Koç Grubu almamış mıydı? Merak eden Shell ile Koç Grubu'nun ortaklaşa girdiği Tüpraş ihalesine bakabilir. 2015’te metal işçilerinin Türkiye’nin birçok yerinde başlatmış olduğu grev sonrasında, TOFAŞ bünyesinde çalışan 142 işçinin tazminatsız olarak işten çıkarılması (sağır ve dilsiz TOFAŞ işçilerinin slogan atması bile gerekçe gösterilmişti), patronun uygun bulduğu yandaş sendikaya değil, DİSK’e üye oldukları için işten çıkartılan Arçelik işçileri gibi saymakla bitmeyecek birçok saldırının muhatabı olan Koç Grubu, Türkiye’deki hangi değişimin öncüsü olacaktır? Bizim solcularımız bu noktada nasıl bir beklenti içerisindedir? Söz konusu gönül verdiğimiz futbol takımları olunca, emek sermaye çelişkisi, sömürü ilişkileri rafa mı kalkıyor? 2002 yılından bugüne, Dünya Bankası ve IMF’nin öngördüğü yapısal dönüşüm politikalarını harfiyen uygulayarak, esnek ve yalın istihdam biçimini yaygınlaştıran, sendikal hak ve özgürlükleri budayan, özelleştirmeler kapsamında ülkenin kolektif varlıklarını küresel sermayeye peşkeş çeken, üretim ekonomisinin yerine, düşük kur yüksek faize dayalı para politikasının bir sonucu olarak kısa vadeli yabancı kaynak girişleri ile spekülatif bir büyüme modeli inşa eden AKP iktidarı karşısında, büyük sermayenin başlarından biri olan Koç Grubu, değişimin öncüsü değil, ancak statükonun koruyucusu olabilir. Koç Grubu’nun ve diğer sermaye gruplarının, burjuva egemenliğine dayanan bu statükonun daha işlevsel olmasına dönük itirazlarını muhalif bir tavır olarak yorumlamak ve onlara bel bağlamak aymazlıktan başka bir şey değildir.